Sunday, March 27, 2016

Kuzey Anadolu Fayı'nın Keşfi

Kuzey Anadolu fayı hakkında google'lama yaparken, Bilim Teknik Dergisi'nin 1996 Ocak sayısında sevgili Celal Şengör'ün güzel bir yazısını buldum, direkt linki burada : (http://www.biltek.tubitak.gov.tr/sandik/deprem/kaf.html#1)  bunun yanı sıra yazıyı buraya da ekliyorum.

Hesapta Olmayan Önsöz! 
Bu yazı, 15 Aralık 1995 Cuma günü bitirildi ve TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi yetkililerine ulaştırıldı. Kuzey Anadolu Deprem Hattının büyük, doğrultulu atımlı bir fay olduğunu ve Anadolu'nun büyük bir kısmının, bu fay boyunca, Karadeniz sahil dağlarına nazaran batıya kaydığını keşfeden, Cumhuriyet tarihimizin yetiştirdiği kuşkusuz en büyük doğa bilimcilerimizden İhsan Ketin, 16 Aralık 1995 Cumartesi günü, sabaha karşı saat 02:00'de İstanbul'daki evinde vefat etti. Bu da, yazı içerisinde yer alan "KAF'ın İhsan Ketin tarafından keşfedildiği konusunda bilimsel literatürde herhangi bir belirsizlik olmadığı halde, bu keşfin ayrıntılı geçmişinin, doyurucu bir belgeleme ışığında henüz yazılmadığı da bir gerçektir. Bu kısa yazının amacı, böyle bir tarihe temel olabilecek KAN ve KAF kavramları arasındaki farkı ve bunların dayandığı belgeleri Türk kamuoyuna duyurmak ve ülkemizde yalnız can ve mal kaybına neden olmakla kalmayıp, Türk yerbilimleri camiasının dış dünya ile de sürekli temasta kalmasının en önemli nedenlerinden biri olan KAF'ın keşfinin tarihçesinin yazılmasına, hele onu keşfeden İhsan Ketin, depremselliğinin en önemli özelliğini ilk farkedenlerden Necdet Egeran, fayın tarihlemesini yapanlardan Sırrı Erinç ve M. Şakir Abüsselâmoğlu, ilk ciddi atım tahmini yapan İhsan Ketin'in doktora öğrencisi İhsan Seymen, KAF ile çeşitli nedenlerle ilgilenerek yurdumuza gelip çalışmalar yapmış Nazario Pavoni, Clarence Allen, Dan McKenzie gibi, aralarında yaşı sekseni aşmış olanlar da bulunan yerbilimciler henüz hayatta iken önayak olmaktır" çağrısının adeta acı bir kehanete dönüşmesine neden oldu. Bu yüzden, yazı hiç değiştirilmeksizin, ilk bitirildiği halinde bırakılmıştır... İhsan Ketin artık yok! Türkiye'nin bilim dünyası, bu yokluğa alışmakta kuşkusuz çok zorlanacaktır. Tek tesellimiz, onun geride bıraktığı eserlerine ve öğretilerine sahip çıkabilme, onlardan yararlanabilme şansıdır. Bu eser ve öğretiler geliştikçe, İhsan Ketin bizlerle yaşamaya devam edecektir. Onun bizlere benimsetmeye çalıştığı çok önemli bir öğreti var: Bilimi, bilim eğitimini ve bilimsel eğitimi ciddiye almak.Goethe'nin dediği gibi "bilimin tarihi, bilimin kendisi" olduğuna göre, şimdi yapılacak işlerden biri, artık yalnızca Kuzey Anadolu Fayı'nın keşfinin değil; ülkemizde tarihi çok eskilere uzanmadığı halde, İhsan Ketin gibi uluslararası bir bilim önderi çıkarabilmiş olan Türkiye yerbilimlerinin tarihini yazmak, bu görkemli başarı ile birlikte başarısızlıklarımızı da büyüteç altında incelemektir. Bu çalışma birçok şekilde yapılabilir. Geçmişin derslerini gelecek nesillere öğretmek, geleceğin şekillenmesine katkıda bulunmak, İhsan Ketin'in arkada bıraktığı bizlerin hiç kuşkusuz önemli bir ödevidir. Meslek yaşamı, âdeta, Türkiye'de yerbilimlerinin gelişim tarihi ile özdeşleşmiş olan Ketin'den geriye, yetiştirebildiği kadarıyla anıları da kalmıştır. Umudumuz, TÜBİTAK tarafından olası en kısa zamanda baskıya hazırlanıp yayımlanacak bu anıların, ülkemizde yerbilimleri tarihinin yazılmasında ilk adımı oluşturması; başta herkesin, elinde bulunan her türlü belgeyi saklamasıdır. Bunlar, TÜBİTAK ve Türkiye Bilimler Akademisi'nin, en kısa zamanda ortaklaşa kuracakları bir "Yerbilimleri Tarihçesi Komisyonu"na gerek oldukça devredilebilir, kopyaları verilebilir ve böylelikle bir "Türkiye Yerbilimleri Tarihçesi Arşivi" oluşturulabilir...
 
Kuzey Anadolu Fayı'nın 1948 yılında İhsan Ketin tarafından keşfi, Atatürk'ün bilim ve eğitim seferberliğinin en somut ürünlerinden biridir. Bu keşfin bilim tarihi içerisindeki yerini anlayabilmek için, sık sık onunla karıştırılan Kuzey Anadolu Neo-Tetis Kenet Kuşağı'nın keşfinin tarihçesinin bilinmesi, başka bir deyişle, Kuzey Anadolu'da uzun mesafelerde birbiriyle çakışan iki yapının birbirinden ayrılması gerekir.
 
 
Kuzey Anadolu Fayı (KAF), doğuda Bingöl ilimizin sınırları içindeki Karlıova çöküntüsünün kuzeyinden başlayıp, batıda Bolu şehir merkezi civarında çatallanır ve önce iki, Geyve’nin batısında da üç ana kol boyunca Ege Denizi’nin kuzeyine kadar uzanır. Yaklaşık 1 500 km. uzunluğundaki genç (oluşum tarihi: geç Miyosen-Pliyosen, yani yaklaşık 11-5 milyon yıl önce) KAF, oluşturduğu dar ve uzun yer şekilleriyle topoğrafyada belirgin ve sık aralıklarla pek çok insanın hayatına mâl olan depremlerinden de gördüğümüz gibi, hâlâ faal, sağ yanal doğrultu atımlı bir faydır. Bu fay, Erzincan-Mürefte (Tekirdağ) arasında Istranca, Bolu, Ilgaz, İsfendiyar ve Doğu Karadeniz sıradağlarının temsil ettiği: İkinci Zaman (Mesozoik sonları: yaklaşık 100-65 milyon yıl öncesi) sonlarında bugünkü Japon Adaları’na benzeyen bir ada yayı olduğu sanılan Rodop-Pontid yapısal birliğinin güncel güney sınırını uzun bir hat boyunca izler. Bolu’nun batısında- güney kol bu sınırdan ayrılır ve Sakarya Zonu adı verilen bir diğer birlik içerisinde devam ederek Ege Denizi’ne ulaşır. Dolayısıyla KAF, büyük mesafelerde bugün Kuzey Anadolu Neo-Tetis Kenet Kuşağı denilen ve yine Mürefte’den Erzincan’a, oradan da Zagros Dağları’na kadar gelen bir kıta-kıta çarpışma hattıyla büyük mesafeler boyunca koşutluk çakışır. Bu eski çarpışma hattı (teknik terimle kenet kuşağı veya sütur zonu), özellikle İkinci Zaman süresince batıda Pireneler ve Alpler’den, doğuda Himalayalar’a kadar uzanan büyük bir okyanusun (teknik adıyla Neo-Tetis [yani Yeni Tetis] Okyanusu’nun) kalıntılarını ve kapandığı yeri temsil eder.
 
KAF’ın Keşfinin Tarihçesi İncelenirken Karşılaşılan Temel Sorun
KAF’ın keşfinin tarihini doğru olarak saptayabilmek için, sık sık onunla karıştırılan kenet kuşağının keşfinin tarihçesinin bilinmesi gereklidir. Öncelikle, Kuzey Anadolu’da uzun mesafelerde birbiriyle çakışan iki yapı ayırt edilmelidir. KAF’ın, İhsan Ketin’in 1948 yılında yayımlanan klasik makalesinden önce de bilindiği tezinin savunulduğuna ve KAF ile bir diğer yapının birbirleriyle karıştırıldığına nadiren de olsa, tanık olunuyor. Söz konusu diğer yapı, Yani Kuzey Anadolu Nedbesi (KAN; veya Beresi: KAB), 1928 yılında Nowack tarafından keşfedilmiş, 1937 yılında da ilk kez Salomon-Calvi tarafından, Wegener’in kıtaların kayması teorisi çerçevesinde bir kıta-kıta çarpışma kuşağı olarak baştan yorumlanmıştır ve aslında Kuzey Anadolu’daki Neo-Tetis Kenet Kuşağı’nı temsil eder.
KAF’ın İhsan Ketin tarafından keşfedildiği konusunda bilimsel literatürde herhangi bir belirsizlik olmadığı halde, bu keşfin ayrıntılı geçmeşinin, doyurucu bir belgeleme ışğında henüz yazılmadığı da bir gerçektir. Bu kısa yazının amacı, böyle bir tarihe temel olabilecek KAN ve KAF kavramları arasındaki farkı ve bunların dayandığı belgeleri Türk kamuoyuna duyurmak ve ülkemizde yalnız can ve mal kaybına neden olmakla kalmayıp, Türk yerbilimleri camiasının dış dünya ile de sürekli temasta kalmasının en önemli nedenlerinden biri olan KAF’ın keşfinin tarihçesinin yazılmasına, hele olu keşfeden İhsan Ketin, depremselliğinin en önemli özelliğini ilk farkedenlerden Necdet Egeran, fayın tarihlemesini yapanlardan Sırrı Erinç ve M. Şakir Abüsselâmoğlu, ilk ciddi atım tahminini yapan İhsan Ketin’in doktora öğrencisi İhsan Seymen, KAF ile çeşitli nedenlerle ilgilenerek yurdumuza gelip çalışmalar yapmış Nazario Pavoni, Clarence Allen, Dan McKenzie gibi, aralarında yaşı sekseni aşmış olanlar da bulunan jeologlar henüz hayatta iken önayak olmaktır.
 
 
Kuzey Anadolu Neo-Tetis Kenet Kuşağı’nın Keşfinin Tarihçesi
Kober’in Dağoluş Teorisi ve Nedbe Kavramı: Kuzey Anadolu’da bir kenet kuşağının varlığını bilebilmek, herşeyden önce, kıtaların dünya yüzeyinde yatay devinim yaptıklarını kabul etmeyi gerektirir. Bu teori, ciddi olarak ilk kez 1910 yılında, ABD’li glasiyolog (buzulbilimci) Frank Bursley Taylor; 1912 yılında da Alman meteorolog ve jeofizikçi Alfred Lothar Wegener tarafından ortaya atılmıştır. Bundan önce, Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkeyi doğudan batıya kateden büyük dağ silsileleri gibi dağ kuşaklarının, jeosenklinal (=yer teknesi) denilen ince uzun, tekne şekilli denizel havzalardan türediği sanılırdı. Bu varsayımsal ince uzun havzaların, iki kıta arasında, yerkürenin ısı kaybı sonucu kuruyan bir elma gibi büzülerek sıkıştığı ve içlerindeki tortul kayaçların buruşup kıvrılarak, havzayı iki yandan daraltan kıtaların kenarları üzerine yığıldığına inanılırdı (Şekil 1). 

  
Şekil 1.A. Kober’in tasavvuruna göre henüz kıvrımlanmamış, yani dağ oluşumu (=orojenez) geçirmemiş bir jeosenklinali (=yer teknesi) gösteren enine kesit. B. Aynı jeosenklinal yanal daralma sonucu kıvrımlandıktan sonra oluşan dağ kuşağından enine kesit. Nedbe, kıvrımlanmışdağ kuşağının birbirinden uzağa devrilmiş iki kanadını ayırmaktadır. C. Ara masifli bir dağ kuşağından enine kesit. Bu tiplerde nedbenin adeta genişleyerek bir ara masif (=Zwichengebirge) oluşturduğu düşünülür. Ara masifle kanat arasındaki çizgiye de nedbe denir. Kuzey Anadolu Nedbesi’nin bu ikinci tip nedbelerden olduğu düşünülürdü.


 
Jeosenklinali sınırlayan iki kıtaya doğru itilmiş bu kayaç paketlerini, Avusturyalı ünlü jeolog Leopold Kober’in lik kez 1914 yılında ortaya attığı gibi, ya bir ara masifin (Eduard Suess’ten alınan Almanca bir ifade ile Zwischengebirge) ya da bir nedbenin (Almanca: Narbe veya “doruk hattı”; Scheitelungslinie) ayırdığı zannedilirdi. Bu nedbe, Fransızca literatürde ‘cicatrice’ olarak bilinir. Narbe (=yara izi) ve cicatrice (=yara veya dikiş izi) sözcükleri, dikkat edilirse, birbirinden bir zamanlar ayrı bulunan iki yapının birleştiği çizgi anlamındadırlar. Daha açık bir ifadeyle, nedbe, jeosenklinalin ısıl büzülmenin doğurduğu sıkışma sonucu daralmasıyla meydana gelen dağ kuşaklarının iki kanadını birleştiren çizgiyi betimler.
Ernst Nowack ve Paflagonya Nedbesi: Bu nedbenin Türkiye’de görüldüğü konusunda yine Kober tarafından, 1914 yılında yapılmış olan ilk yayın tamamen kuramsaldır (Şekil 2).
 
  
 
Şekil 2. Leopold Kober’in 20. yüzyılın ilk yarısındaki tektonik görüşlere egemen olmuş “çift kanatlı” Alp dağ sistemi tasavvuru. Zwichengebirge ara masifleri (mor), pembe renkli alan kuzeye devrik Alpid (=Alp Dağları’na ilişkin) kanadını, mavi renkli alan da güneye devrik Dinarid (=Dinar Dağları’na ilişkin) kanadını göstermektedir. Kanatların kenarlarındaki küçük oklar dağ kuşağı içindeki kayaçların dağ kuşağını sınırlayan kıtalara göre hareket yönlerini işaret etmektedir. Benim eklediğim N harfi, Kober’in 1914 yılında ara masifi de sınırlayan nedbenin Kuzey Türkiye’de nereden geçtiğini düşündüğünü göstermektedir. Yine benim eklediğim KAF- Kober’in şemasına göre bu yapının bağımsız konumunu vurgulamaktadır. Kober, daha sonra, 1921 tarihli ders kitabının 26. şeklinde bu sınırı daha güneye, Marmara Denizi’nin güney sahillerine çekmiştir. 
 
 
 Bu yayından çok daha yaygın olarak bilinen, Kober’in, 1921 yılında yayımlanmış ve 1928’de ikinci baskısını yapmış olan ünlü Der Bau der Erde (Arzın Yapısı) adlı tektonik ders kitabındaki Şekil 26, bütün yerbilimleri çevrelerini etkilemiştir. Bu etkinin izleri, Türkiye konulu bölgesel literatürdeki ilk yankısını, 1926-1927 yıllarında T.C. Ticaret Vekâleti’nde demir-çelik sanayii yerbilim uzmanı olan Avusturyalı jeolog Ernst Nowack’ın  (Şekil 3) Ankara’dan hareketle Türkiye’nin kuzeybatı bölgelerinde yapmış olduğu jeolojik ve coğrafi araştırma gezilerinin raporlarında bulmuştur. 
 
 
 
 Şekil 3. Kuzey Anadolu Nedbesi’ni ilk keşfeden Avusturyalı jeolog Ernst Nowack (1891-1946)
 
 
Bunların, hiç şüphesiz en önemlisi ve literatürde en çok ilgi görmüş olanı, 1928’de, Alman Jeoloji Cemiyeti (Deutsche Geologische Gesellschaft) dergisinde ve 1932’de Centralblatt’da yayımlanmış raporlardır. Nowack, kabaca, Ereğli-Sinop Beypazarı-Ankara dörtgeni içinde kalan alanlardaki yapısal jeoloji ve stratigrafik gözlemlerine dayanarak, Çerkeş-Devrez Çayı boyunca uzanan bir ezilme hattı keşfetmiş (Şekil 4); bunu Wilser ve Eduard Suess’ün daha önceki yayınlarında tanımlanmış olan Pontik (Türkiye sınırları içindeki Karadeniz) silsileleri ile Dinarik (Türkiye sınırları içindeki Toroslar ve Orta Anadolu) silsileleri arasındaki ayrım hattı olarak tanımlamıştır (Şekil 5) .
 
 
 
 
 Şekil 4. Ernst Nowack’ın ilk Paflagonya Nedbesi haritası (1928’de yayımlanmış olan “Die wictigsten Ergebnisse meiner anatolicshen Reisen” [Anadolu gezilerinin en önemli sonuçları] adlı makalesinin 1. şeklinden). Orijinal şeklinde Almanca metinlerin Türkçeleştirilmesi dışında hiçbir değişiklik yapılmamıştır.
 
 
 
 
 
 Şekil 5. Ernst Nowack’ın geliştirdiği Paflagonya Nedbesi fikrine temel oluşturan Eduard Suess’ün daha önceki Alpid ve Dinarid kavramlarından Rudolf Staub ve Wilser gib ijeologların geliştirdikleri Pontik (siyah) ve Dinarik (düşey çizgili) silsileler kavramları. Bunlar, aynı zamanda kabaca, Kober’in Alpid ve Dinaridleri’ne karşılık gelmektedir (Şekil 2). Nowack, Paflagonya Nedbesi’nin bu iki silsilenin sınırına karşılık geldiğini düşünmüş. Salomon-Calvi de Wegener, Argand ve Staub’u izleyerek, bu nedbenin Lavrasya adı verilen kuzey kıtalar topluluuğ ile Gondwana kıtası adı verilen güney kıtası boyunca çarpıştığı sinafiye tekabül ettiğini farzetmiştir. (Staub’un 40. notta verilen eserinin 5. levhasından kısmen alıntıdır).
 
Bu hat üzerinde sıcak su kaynaklarının bulunduğuna da dikkat çeken Nowack, bu çizginin, tüm Kuzey Anadolu’da dağ silsilesini batıdan doğuya kesen devasa bir hat olduğunu belirtmiş ve vatandaşı Kober’in terimini kullanarak, bu çizgiye Paphlagonische Narbe (Paflagonya Nedbesi) adını vermiştir. Dinarik ve Pontik sistemlerini ayırdığı varsayılan bu nedbe, Nowack’a göre, Kober’in narbesinin görevini görmektedir.
Nowack, 1932 yılındaki yayınında, daha kuzeyde Ereğli-İnebolu hattı arasında benzer bir diğer hat bulunduğunu öne sürmüş, buna da Ereğli çizgisi (Ereğli-Linie) adını vermiştir (Şekil 6). Aynı yayında Nowack, Ereğli çizgisi ile Paflagonya Nedbesi arasında kalan alana, yine Kober’in terminolojisini kullanarak Zwischengebirge (=ara masifi) yorumunu getirmiştir.
 
 
 
 
 Şekil 6. Ernst Nowack’ın, 1932 yılında yayımladığı Paflagonya Nedbesi konulu ikinci sentezinin haritası.
 
Wilhelm Salomon-Calvi ve Tonale Hattı: 1930’lu yıllarda Almanya’da esen Nazi rüzgârları, Musevi kökenli, Heidelbergli büyük üstad Wilhelm Salomon-Calvi’yi, 1934 yılında Türkiye’ye taşımıştır (Şekil 7). Geçen yüzyıl sonunda, Alpler’deki Adamello masifinde doktorasını yapan Salomon-Calvi, burada Kuzey Alpler ile Güney Alpler’i ayıran önemli bir kırık hattı keşfetmiş, buna da, hattın en belirgin olduğu Tonale geçidine atfen (Tonale Hattı (=Tonalelinie) adını vermiştir. 1905 yılında Salomon Calvi, Tonale bölgesindeki çalışmalarından hareketle, Tonale Hattı’nın, Eduard Suess’ün Alpid ve Dinarid dağ kuşağı sistemlerini birbirinden ayıran büük bir bölgesel hat olduğunu öne sürmüş (Şekil 5), 1932 yılında, bu hattın Alpler’in batısına da taşarak Korsika Adası’na kadar uzandığını varsaymıştır.
 
  
 
Şekil 7. Nowack'ın Paflagonya Nedbesi'ni, bir Kuzey Anadolu kenet kuşağı (kendi terimiyle "sinafisi") olarak ilk yorumlayan büyük Alman-Türk jeolog Wilhelm Salomon-Calvi (1868-1941)
 
 
Salomon-Calvi, Türkiye’deki çalışmalarına önce Ankara çevresinde başlamış, daha sonra ilgisini kuzeye çevirmiştir. Türkiye’ye gelmeden hemen önce, Kober ve Stille’nin kuramsal çatısının artık geçersiz olduğunu farkeden Salomon-Calvi, Wegener’in kıtaların kayması teorisinin ateşli bir savunucusu olmuş; Korsika’dan Yugoslavya’ya kadar uzattığı Tonale Hattı’na da bu çerçevede bir kıta-kıta çarpılma hattı olarak baştan yorumlamıştır. Bu yeni yoruma göre Kober’in nedbesi, aslında, iki kıtanın birbirleriyle çarpıştıktan sonra kenetlendikleri bir kenet kuşağıdır. Salomon-Calvi, bu yepyeni kavrama bir de yeni terim türetmiş ve synephie (sinafi= eski Yunanca’daki sunafeia: birlik, ritm birliği, uyum) adını vermiştir.
 
 
Salomon-Calvi 1937 yılında, Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü Çalışmaları serisinde 53 numara olarak yayımladığı Geologische Beobachtungen in der Türkei (Türkiye’de Jeolojik Gözlemler) dizisi makalelerinin, “Tonale Hattı’nın Türkiye’deki Devamı” adını verdiği dokuzuncusunu bu konuya ayırarak, Ernst Nowack’ın tanımladığı, Türkiye’nin kuzeyindeki Paflagonya Nedbesi’nin aslında bir sinafi olduğun vurgulamış, bu hattın doğuda İran içlerine, hatta Güneydoğu Asya’ya kadar izlenebileceğini öne sürmüştür. Onun bu önemli yorumunu, o zamanlar pek az jeolog anlayabilmiş, hele ülkemizde bu önemli yayın ne yazık ki hiçbir yankı yapmamıştır.
 
Daha sonra MTA Enstitüsü’nde de çalışan Salomon-Calvi’ye, ünlü Rus jeolog Ivan Muşketov’un kendisi gibi ünlü bir jeolog olan oğlu Dimitri Muşketov başvurarak, Türkiye’nin yapısı hakkında derli toplu bir eserin bulunmadığını vurgulamış ve Salomon-Calvi’den bu konuda bir eser yazmasını rica etmiştir. Salomon-Calvi, bu konuda o zamana kadar yapılmış çalışmaların yetersiz olduğunu bildiği halde, bir özet yazmaya karar vermiş ve o yıllarda ülkemiz hakkında kaleme alınmış en önemli tektonik sentezi oluşturan ünlü makalesini MTA dergisinde yayımlamıştır. Burada Paflagonya Nedbesi’ni ilgilendiren kısım, üstâdın, makalesinin 57. ve 61. sayfaları arasında verdiği yorum kısmıdır (Die Deutung der paphlagonischen Narbe: Paflagonya Nedbesi’nin Yorumu). Burada Salomon-Calvi, Wegener teorisine göre Paflagonya Nedbesi’nin veya kendi terimi ile Tonale Hattı’nın (Şekil 8)  kuzey kıtaları ile Gondwana kıtaları arasındaki çarpışma kuşağı olduğu yorumunu ayrıntılarıyla tekrarlamış ve bu nedbenin, makalesinde sözü geçen depremlerden de görülebileceği gibi, hâlâ faal olduğu tezini, aynen selefi Nowack gibi tekrar ederek vurgulamıştır.
 
 
 
 Şekil 8. Salomon-Calvi’ye göre Anadolu’nun yer yapısı ve bu yapı içerisinde kendisinin Tonale Hattı adını verdiği Kuzey Anadolu Nedbesi’nin yeri.
 
İhsan Ketin’den Önce Türk jeologların Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı Hakkındaki Yayınları: Türkiye’de yerbilimin tanıtılıp örgütlenmesinde kuşkusuz en çok hizmeti geçen kişilerden İstanbul Üniversitesi Jeoloji Ord. Profesörü Hamit Nafiz Pamir’in (Şekil 9) İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Mecmuası’nda, 1944 yılında yaptığı yayın, bir Türk tarafından Kuzey Anadolu deprem hattı üzerine yapılan ilk sentez denemesidir.
 
 
 
 
 Şekil 9. Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı’nı “Kuzey Anadolu Beresi” adı altında, Nowack’ın Paflagonya Nedbesi fikri çerçevesinde yorumlamakta ısrar eden jeolog Ord. Prof. Hamit Nafiz Pamir (1893-1976).
 
 
 Ne var ki, bu deneme, Nowack ve Salomon-Calvi’nin (yanlış olduğu İhsan Ketin’in 1948’deki makalesiyle ortaya çıkan) tezlerinin, yeni deprem olaylarıyla sözde desteklenen bir tekrarı olmaktan ileri gidememiştir. Ketin tarafından daha sonra geliştirilen, Kuzey Anadolu’daki depremlerin, bahsi geçen nedbeden tamamen bağımsız yepyeni bir yapının sonucu oldukları görüşü, bu depremler üzerindeki atımların ayrıntılarıyla haritalanarak kinematik-mekanik yorumları yapılmadığından, bu tarihlere kadar hiçbir jeolog tarafından anlaşılamamış, çoğu bu nedbeyi bir sıkışma kuşağı olarak yorumlamıştır. Pamir’in 1944’de tam onaltı yıl sonra, 1960’da Dinamik Jeoloji ders kitabının ikinci baskısının ikinci cildinde, Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı’nı aynen 1944’de yaptığı gibi bir “bere” (=cicatrice) olarak yorumlaması, İhsan Ketin’in 1948’deki fikirlerinin, yani sağ yanal doğrultu atımlı KAF savınını, kendisine hâlâ ne derece yabancı olduğunu göstermesi bakımından aydınlatıcıdır: “Orta Anadolu sıradağlarıyla Karadeniz sıradağları arasında, Samanyı yarımadasından ve doğurda hemen hemen Erzurum’a kadar takip olunabilen bir dağlık bölge devam etmektedir. Bolu, Ilgaz masifleri, Yeşilırmak ve Kelkit boyunda uzanan dağlar buraya aittirler. Takriben doğu-batı doğrultusunda olan bu dağların çekirdekleri Paleozoik formasyonlardan müteşekkil olup İkinci ve Üçüncü Zaman tabakalarıyla örtülüdürler. Bölge Alp orojenezi ile bir dip antiklinali vücude getirmiş, fakat temellerinin çoktan pekleşmiş olması dolayısı ile kenarları, uzunluğuna faylarla kırılmıştır (Şekil 10).
 
 
 
 Şekil 10. Emile Argand’ın dip antiklinal kavramı. Pamir, Kuzey Türkiye dağ kuşaklarının ve onları güneyden sınırlayan Kuzey Anadolu beresinin bugünkü faaliyetlerini, Argandvari bir dip antiklinalinin sıkışmaya devam etmesine bağlıyordu.
 
 
 Bu suretle batıdan doğuya doğru Düzce, Bolu, Gerede, Niksar, Çerkeş, Ilgaz, Tosya, Kargı, Suluova, Erbaa, Kelkit, Suşehri, Erzincan, Erzurum ve Aras çukurları teşekkül etmiştir. Bütün bu tektonik çöküntü havzalarında eskiden beri şiddetli depremler olduğu gibi 1939’dan beri de âfet şeklinde sarsıntılar vuku bulmuştur. Bu son depremlerde, söylenen bölgelerde, yerde büyük dislokasyon yarıkları hâsıl olmuştur. Hemen hepsi aynı doğrultuda olan bu yarıkların birinin bittiği yerde diğeri başlamıştır. Bu suretle doğuda Sansa boğazından itibaren batıda Abant Gölü’ne kadar takriben 850 km. uzunluğunda bir dislokasyon çizgisi husûle gelmiştir. 1939’dan beri vuku bulan depremler, Kuzey Anadolu’nun önemli bir beresi olan bu büyük fayı bunun yakınınıdaki daha küçük dislokasyonları meydana çıkarmıştır.” Pamir’in o zaman ülkemizde yaygın kullanılan ders kitabında yanal atımlı faylardan çok yüzeysel olarak bahsedip, buna ülkemizden örnek vermemesi ve bu çerçevede KAF’tan hiç bahsetmemesi, 1960’lı yılların başında, Türkiye yerbilimleri çevrelerinin Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı’nın karakteri konusundaki fikirlerinin çok yalın bir göstergesidir. Nuriye Pınar-Erdem ile E. İlhan tarafından 1977 yılında yayımlanmış olan ve 4. notta bahsi geçen makale de bu duruma çarpıcı ve bir o kadar da düşündürücü bir örnek teşkil eder. Buna karşılık, Ketin’in 1957 yılında ilk baskısını yapan Umumî Jeoloji ders kitabında aynı konuda yazılanlara bakalım: “Arzkabuğunun hâlen faal durumlu, hareketli bölgelerindeki fayların ekserisi ise doğrultu atımlı faylardır. Bunlar uzun mesafeler boyunca devam ederler ve Arz kabuğunu uzun bloklara ayırırlar. Çanakkale’den Erzincan doğusuna kadar uzanan ‘Kuzey Anadolu Deprem Çizgisi’, büyük ölçüde böyle bir fay olduğu gibi, Kaliforniya’daki Sand Andreas fayı da aynı karakterdedir.”
 
 
KAF’ın Keşfinin Tarihçesi
 
Kuzey Anadolu’da bir deprem kuşağının varlığı, en azından geçen yüzyılın ortasında sismolojinin (=deprembilim) kurucularından Robert Mallet’in büyük eseri The First Principles of Observational Seismology (Gözlemsel Deprembilimin İlk İlkeleri) adlı kitabının ikinci cildinde bulunan “Akdeniz’in Sismik Şeritleri” adlı haritanın yayımlanmasından beri, yaygın olarak biliniyordu (Şekil 11). 


Şekil 11. Robert Mallet'in 1862 yılında yayımladığı Akdeniz'in sismik şeritleri haritasının Türkiye'yi de gösteren kesimi. Kuzey anadolu'da işaret edilmiş olan silik sismik bölge, KAF'ın faaliyetini gösterir.

Ancak 27-28 Aralık 1939 Erzincan felâketi ve onu izleyen on yıl boyunca Kuzey Anadolu’yu kasıp kavuran, onbinlerce insanın hayatına mâl olan deprem âfetlerine kadar bu deprem hattı, adı geçen birkaç jeolog dışında kimsenin dikkatini çekmemişti. Bu tarihten sonraki âfetler, yalnız Türkiye’de çalışan Türk jeologların değil, buradaki yabancıların da dikkatini çekmiş; Salomon-Calvi ve başta Hamit Nafiz Pamir olmak üzere küçük bir jeolog grubu, bu depremleri haritalayarak yayınlar yapmışlardır. Bu uğraşıda en çok emeği geçenler arasında Coğrafya Ord. Profesörü İbrahim Hakkı Akyol’u, MTA jeologlarından Necdet Egeran’ı (Şekil 12A), o tarihlerde asistan veya doçent olan İstanbul Üniversitesi jeologları İhsan Ketin, Enver Altınlı ve Nuriye Pınar’ı; İstanbul Üniversitesi Yerbilimleri Ord. Profesörü Edouard Paréjas’ı, MTA uzmanı İsviçreli usta jeolog Maurice M. Blumenthal’i ve daha sonra Emin İlhan adıyla Türk vatandaşlığına geçen Avusturyalı jeolog Erwin Lahn’ı (Şekil 12b) saymak, kadirşinaslık gereğidir.


 Şekil 12. Kuzey Anadolu Deprem Hattı boyunca deprem merkez üslerinin, 1939 Erzincan depreminden sonra aşamalı olarak batıya kaydığını ilk farkedenjeologlar A: Necdet Egeran (1907-) ve B: Emin İlhan ([1907-1990] 24.12.1956'dan önceki adı Erwin Lahn).
 
Bu yayınların istisnasız tamamı, yabancı tektonik uzmanlarının eski yorumlarına bağlı kalarak, bu deprem hattını, artık son demlerini yaşamakta olan Alpin dağ oluşumunun son ölüm çığlıkları, Paflagonya Nedbesi’nin son depreşmeleri olarak yorumlamışlardır. Hamit Nafiz Pamir’in 1944 yılındaki yayınının basit bir tekrarı olan ve 1948 yılında Londra’da toplanan Uluslararası Jeologlar Kongresi’ne sunduğu ve orada yayımlanan tebliğ de, daha o zaman bile, geçersiz oldukları artık bazılarınca anlaşılmaya başlamış olan görüşleri tekrarlayan yazılar arasındadır. 1960 yılında yayımladığı ders kitabının ikinci baskısında yer alan ve yukarıda aktarılmış olan ifadeler, Pamir’in 1944’deki düşüncelerinin değişmediğini; Pınar-Erdem ve İlhan tarafından 1977’de yayımlanan makale de, bu bayat görüşlerin, ülkemiz jeologları arasında ne denli uzun ömürlü olduğunu ortaya koymaktadır. Burada, Türkçe eserlerde ve uluslararası literatürde sık tekrarlanan bir yanlışı düzeltmek gerekir: 1939 Erzincan depreminden sonra deprem merkezlerinin (episantr), Kuzey Anadolu deprem bölgesi boyunca, aşama aşama doğudan batıya kaydığı ilk defa Ketin (1948) tarafından değil; Egeran ve Lahn (Şekil 12A ve B) tarafından 1944 yılında vurgulanmıştır: “Bu sahada vuku bulan son sarımlar devresinde, episantrın doğudan batıya doğru tedricen yer değiştirdiği müşahade olunmuştur.” Ketin’in 1948 makalesinde, yaygın olarak yazılanların tersine, bu konuya değinilmemiştir.
 
İhsan Ketin’in (Şekil 13) yayımladığı 1948 tarihli makale ise yepyeni bir yorumun, bir devrimin ilk habercisidir. Ketin, Kuzey Anadolu ‘daki Paflagonya Nedbesi ile depremlerin ilişkisini bütünüyle reddederek, depremlerin o zaman dünyada pek az bilinen yepyeni bir fay türünün, doğrultu atımlı ve genç bir fayın hareketinden kaynaklandığını saptamasını yapmış; bu fayın eski dağ oluşum yapısının (orojenik yapının) bırakın bir parçasını oluşturmayı, tersine, bu yapıyı parçaladığını, orojenik hızda hareket eden epirojenik bir yapı olduğunu ve eski nedbeyi her yerde izlemediğini göstermiştir (Şekil 14).
 
 
 
Şekil 13. Kuzey Anadolu Fayı'nı keşfeden İhsan Ketin (1914-1995)
 
 
 
 
Şekil 14. İhsan Ketin'in 1948 yılında Geologische Rundschau dergisinde yayımladığı ve doğrultu atımlı Kuzey Anadolu Fayı'nı ilk defa gözteren haritası (haritayı daha da büyütmek için üzerine tıklayın). Aynı harita, bir yıl sonra Türkiye Jeoloji Kurumu Bülteni'nde, Almanca bilmeyen Türk jeologların yararlanması amacıyla Ketin'in tarihi makalesinin bir Türkçe tercümesiyle birlikte tekrar yayımlanmıştır. Fayın değişik taramalarla gösterilen tüm orojenik (=dağ oluşum) bölgelerini keyfi bir şekilde kestiği dikkat çekiyor. İşaretler (Zeichen): 1. Palezoik kristalin çekirdekler (Ar Bl: kenar silsilelerini ve kenar volkanlarını da içeren Arap Bloku; AN Bl:Kızılırmak-KM, Menderes-MM, Sakarya ve Konya masiflerini de içeren Anadolu Bloku; AM Ege masifi; PM Pontik altı masifi; RhD: Rodop masifi; Istr: Istranca masifi; IM: İstanbul Masifi); 2. Güney anadolu silsileleri; (Ta: Tauridler, Ir: İranidler); 3. Kuzey Anadolu silsileleri (An: Anatolidler, Po: Pontidler); 4. Eski dislokasyonlar; 5. Yeni deprem hatları ve yer değiştire yönleri; 6. Deprem merkez üsleri veya şiddetle harap olmuş yerler. Diğer kısaltmalar buraya konulmasına gerek görülmemiş olan şehir veya kasaba adlarıdır. Bu tarihi harita, yalnız Türkiye'nin değil, tüm Doğu Akdeniz'in güncel tektoniğinde devrim yapan görüşlerin ilk habercisi olmuştur.
 
 
Ketin, 1948 makalesinde tanımladığı doğrultu atımlı fayın eski yapılarla bir ilişkisi olmadığını, üzerine basarak vurgulamıştır. Burada verilen yorumun, Salomon-Calvi’nin sinafisi ve onu, Nowack’ı ve Blumenthal’i izleyen Hamit Nafiz Pamir’in cicatrice’i ile coğrafi yakınlık (KAF, yer yer nedbeyi izlediği için de coğrafi eşlik) dışında hiçbir ilişkisi yoktur. Bu nedenle, söz konusu yapının gerçek karakteri (bir nedbe veya bere kuşağı değil de doğrultu atımlı bir fay olduğu), İhsan Ketin tarafından keşfedilmiştir. Ancak, bunu anlayabilmek için, kullanılan terimlerin tarihçesini ve arkalarındaki kavram topluluğunu ayrıntılarıyla bilmek gerekir. Hele hele KAF’ın İskoçya’da 1946 yılında, William Q. Kennedy tarafından ilk kez yayımlanan Great Glen fayından sonra ilk farkedilen büyük yanal atımlı fayların ikincisi, büyük faal yanal atımlı fayların da birincisi olduğunu (büyük dâhi Wegener’in 1915 yılında yayımladığı, ancak 1953 yılında kadar birkaç kişi dışında kimsenin inanmadığı Kaliforniya San Andreas Fayı yorumu hariç) ve bunu bir Türk jeologun o zaman hem tüm dünyadaki jeologların çoğunun, hem de kendi çalıştığı üniversitelerdeki hocaların savundukları genel kanıyla çelişen bir şekilde, zamanının en az yirmi yıl ilerisinde bir görüşle yayımladığını bilmek, İhsan Ketin’in yorumuna bambaşka bir çehre kazandırır. Bir çizgi boyunca depremler olduğunu söylemek ile, bu çizginin yanal veya Ketin’in ifadesiyle doğrultu atımlı bir fayın ifadesi olduğunu söylemek arasında büyük fark olduğu açıktır. Ketin, 1948 yılında yayımladığı makalesinde, KAF boyunca bir Anadolu blokunun batıya kaçmakta olduğunu da ilk kez söylemiştir. Aynı yayında Ketin, Anadolu’nun güneyinde bu batıya kaçışı mümkün kılacak, KAF’ın simetriği, fakat sol-yanal bir fay olması gerektiğini de söyleyerek, 24 yıl sonra keşfedilecek olan ve kâşifleri arasında kendi öğrencilerinin de bulunduğu (Prof. Dr. İhsan Seymen ve şimdi Stanford Üniversitesi’nde görevli Dr. Atilla Aydın) Doğu Anadolu Fayı’nın da, bir anlamda kâhinliğini yapmıştır. Ketin’in çizdiği tablo, Doğu Akdeniz faal tektoniği ve depremselliği hakkındaki çağdaş görüşlerin hâlâ temelini oluşturan kuramsal çatıdır ve Ketin’den önce söylenenlerle hiç bir ilgisi yoktur.
 
KAF’ın Keşfinin Uluslararası Yankıları
 
1960’lı yıllarda levha tektoniği teorisi, Wegener’in görüşlerini tekrar aktüel hale getirince, Nobel ödülüne eşdeğer görülen Japon ödülü sahibi, İngiliz tektonikçi Dan McKenzie, Akdeniz’in güncel tektoniği hakkında kapsamlı ilk yayını hazırlamıştır. Levhal tektoniği teorisinin mimarlarından olan McKenzie’nin yayınının kaynakları arasında, KAF hakkında yalnızca İhsan Ketin’in makalesi verilmiş; Paflagonya Nedbesi hakkındaki yayınlar, bu arada Hamit Nafiz Pamir’in makalesi de, konuyla ilgisiz olmaları ve depremlere neden olan doğrultu atımlı bir faydan bahsetmemeleri nedeniyle kullanılamamıştır.
 
İhsan Ketin’in devrim yapan önemli 1948 makalesi, Türkiye dışında ciddi uluslararası bilim çevrelerinde de hakettiği ilgiyi görmüştür. 1984 yılında, benzerlerinin en eskisi ve en prestijlisi olan Geologica Society of London, ağırlıklı olarak bu nedenle, kendisini şeref üyeliğine seçmiş; 1988 yılında da, yerbilim alanında Avrupa’nın en önemli üç madalyasından biri olan Steinmann Madalyası, büyük ölçüde KAF’ı keşfi nedeniyle, Geologische Vereinigung tarafından kendisine verilmiştir. Aynı yıl Ketin, Geological Society of America’ya da şeref üyesi seçilmiştir.
 
KAF’ın Keşfinin Türkiye İçin Önemi
 
Kuzey Anadolu Nedbesi’nin, günümüzün geçerli tektonik kuramı olan levha tektoniği teorisi kapsamındaki yorumu, paleotektonik bir yapı olan Kuzey Anadolu Neo-Tetis Kenedi’dir (yaşı 55-45 milyondur; faaliyetini tatil edeli en az 24 milyon yıl olmuştur). Başka bir deyişle, bu yapı, artık faal olmayan eski, ölmüş bir yapıyı ifade etmektedir. Faal iken (yani en fazla 24 milyon yıl önce) hiç kuşkusuz bugünkü Himalaya veya Alpler’de olduğu gibi, uzun zaman aralıklarıyla görülen sıkışma depremleri ile belirlenen bu yapı, artık hiçbir deprem üretmemektedir. KAF’ın levha tektoniği içindeki yorumu ise bir transform fay olduğudur (oluşum yaşı 11-5 milyon; hâlâ faal). Bu yapı hâlâ hareket etmekte, sık aralıklarla, doğrultu atımdepremleri oluşturmaktadır. Genellikle sağ ve orta derinlikteki (nadiren derin odaklı) geniş oval alanlarda kendilerini hissettiren sıkışma depremlerine kıyasla, yanal atım depremleri değişik bir karektere sahiptir. Çünkü hemen her zaman sığı, dar ve uzun alanlar boyunca etkinliklerini hissettirirler. KAF’ın geçmişte Kuzey Anadolu Nedbesi ile karıştırılmasının üzücü bir sonucu, Kuzey Anadolu depremlerinin nedenlerinin ve tabiatlarının uzun yıllar anlaşılamaması olmuştur. İlk kez İhsan Ketin’in çalışmaları, KAF üzerinde ne tür depremlerin beklenmesi gerektiğini belgelemiş, bu konuda hem sismologlara hem de depremle ilgili çalışmalar yapan coğrafyacıdan inşaat mühendisine kadar değişik bir yelpaze içinde yer alan araştırmacılara yol göstermiş; bununla da kalmayarak dünyada tektonik deformasyonların büyük faylarla belirlenen faal yer değiştirme hatları ile çevrilmiş olduğunu ve burulma yamulmalarına dirençli katı blokların birbirlerine göre yaptıkları hareketler açısından betimlenebileceklerini göstermiştir. Ketin ile birlikte o zamanlar dünyada Alman Franz Lotze ve Kanadalı W. Tuzo Wilson gibi bir avuç jeolog tarafından savunulan bu önemli görüş, 1960’lı yıllarda yerbilimlerinde devrim yaratan levha tektoniği teorisinin de temilini oluşturur.
Ancak, KAF’ın İhsan Ketin tarafından keşfinin, Türkiye açısındançok daha büyük bir önemi vardır. O da, Atatürk’ün, saptadığı “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak” hedefi çerçevesinde okuyup muasır medeniyeti Türkiye’ye getirmeleri için Avrupa’ya tahsile gönderdiği gençlerden birinin, en az Avrupa ve ABD’de bilimin en ön saflarında ilerleyen meslektaşları kadar bilime, dolayısıyla insan uygarlığına katkı yapabileceğini halkına ve dünyaya kanıtlaması olmuştur. Bu, kuşkusuz, Türk jeologların daima övünecekleri muhteşem bir başarıdır.
 
 
Kuzey Anadolu Fayı hakkındaki geniş bilgisiyle bana bu yazının hazırlanmasında yardım eden dostum ve çalışma arkadaşım Aykut Barka’ya, yazıyı okuyup eleştiren Naci Görür ve Aral Okay’a teşekkür ederim...
 
A. M. Celal Şengör
Prof. Dr. İTÜ Maden Fakültesi, Jeoloji Bölümü