Sunday, November 7, 2010

Coğrafya Hocamız: Sırrı Erinç

Sevgili hocamız Celal Şengör'ün sonsuz övgüleriyle tanışma şansı bulduğum Sırrı Erinç hakkında Atlas dergisinin 2002 Mayıs sayısından yaşamını ve yaptıklarını detaylı bir şekilde anlatan bu güzel yazıyı üşenmeyerekten buraya geçirmek istedim. Görmeyen bilmeyen kalmasın babında.

Yazı: Gökhan Tan
Fotoğraflar: Sırrı Erinç Arşivi
Atlas Dergisi, 2002 Mayıs, Sayı 110

Coğrafyamızın belleği, modern yer bilimlerinin öncüsüydü. Sırrı Erinç’in ölümüyle Türkiye coğrafya hocasını yitirdi.

Sırrı Hoca’yı bir çizgi roman kahramanına benzetiyorum. Başında fötr şapka, ağzında sigarası, uçsuz bucaksız arazinin ortasında takım elbiseyle dolaşan heybetli bir adam. “ Bir arazi kıyafeti bile edindiremedim” diyor eşi Vahide Erinç: “ O da elbise, bu da elbise derdi.” Belki de Sırrı Erinç’i gerçek kılan, o elbisenin altından çıkaracağı bir pelerininin olmaması. Bizden biri olması. Hoca’nın eski fotoğrafları arasında dolaşırken, zaman zaman Vahide hanım bile onu, arazide kendisine rehberlik eden Anadolu insanlarından ayırt etmekte zorlanıyor. İpucunu yine Hoca veriyor; istisnasız gülümsüyor tüm fotoğraflarda. Muzipçe bir gülüş bu. İnsanlığa faydalı yeni bir maceranın peşindeki kahramanın gülüşü.


Prof.Dr. Sırrı Erinç çalışmalarına, 1984 yılında İÜ Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü müdürlüğünden emekli olduktan sonra da devam etti. Eylül 2001'de İstanbul'daki evinde çekilen fotoğraf, ünlü coğrafyacımızın son fotoğrafı oldu.

Has Üniversitesi’nin Balat’taki kampüsünde Sırrı Erinç hakkında sohbet ederken Yücel Yılmaz bir ara ayağa kalktı. Üniversitenin rektörü, odasının Haliç’e bakan büyük kemerli pencerelerinden birine yaklaştı ve dışarıyı gösterdi. “Burası” dedi, "bir zamanlar karaymış. Deniz gelgit olayı nedeniyle karaya sokulmuş ve bu halici oluşturmuş”. Coğrafyacının işi bunu söylemek, yani yeryüzü şekillerinin tanımını yapmaktır. Erinç’in coğrafyası bu kalıba sığmaz. Karşıda Galata’yı göstererek, “Demek ki kara yükselmiş. Tektonik hareketler yeri hangi yöne sıkıştırmış? Boğaza açılan diğer akarsularda neden aynı şey görülmemiş? Acaba buzullar mı etkili olmuş?”. Sırrı Erinç, yerkabuğunda gördüğümüz her oluşumu meydana getiren olayları ve süreçlerini anlamaya çalışan bir coğrafyacıydı. Celal Şengör, Yücel Yılmaz’ın verdiği örneği daha ileri götürür ve sık sık Erinç’in 19. Yüzyılda coğrafyayı “ilgili tüm bilimleri” içeren bir disiplin olarak ortaya koyan ünlü dahi Alexander Von Humboldt’un yarattığı ekolün son temsilcilerinden olduğunu söyler.


Sırrı Erinç (ortada), Uludoruk (Cilo) Dağı'nda 1948 yılında gerçekleştirilen 15 günlük kamp çalışmasında.

İlginç olan, Sırrı Hoca’nın 66 yıl boyunca yüreyeceği bu yolu henüz bir lise öğrencisiyken belirlemesi ve hazırlıklarını da buna göre yapması; İstanbul Erkek Lisesi’nde ana yabancı dil olan Almanca’nın yanında, Fransızca ve Rusça öğreniyor. ( Üniversitede buna İngilizceyi de ekliyor; İtalyancayı okuyup anladığına ise Celal Şengör şahit.) Öğretmenleri Erinç’i İstanbul Üniversitesi’ne götürerek daha sonra Türkiye Bölgesel Coğrafyasında büyük bir isim olacak Besim Darkot ve jeolojinin Türkiye’de ayrı bir disiplin olarak gelişmesi için ilk adımları atan Hamit Nafiz Pamir’le tanıştırıyor. Liseyi birincilikle bitiren Erinç, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’ne giriyor; aynı anda Yüksek Öğretmen Okulu’na da kaydını yaptırıyor. Zamanın milli eğitim bakanı Hasan Ali Yücel’in özel izniyle, dönemin müfredatında ağırlıklı olarak tarih dersleri yerine Jeoloji Enstütisü’nün tüm derslerini alıyor. Coğrafya ve jeolojiyi eşzamanlı okuyarak 1940 Türkiye’sinde bir ilki gerçekleştiriyor. Aynı yıl Coğrafya Bölümü’nde asistanlığa başladı.
1940’ın Türkiye’de yer bilimleri için yeni bir milat olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Bu dönemde yer bilimleri “ üniversite koridorlarından” gerçek anlamda çıkıp, özellikle Sırrı Erinç ve İhsan Ketin’in çalışmalarıyla özgün arazi çalışmalarına yöneliyor. Söylemek istediğim bu dönem öncesinde bilimsel arazi çalışmalarının yapılmadığı değil, fakat veriler toplandıktan sonra ortaya konan sonuçların tümüyle yeni bir şeyler söylemediği. Bu çalışmalar genellikle, Kayser, Kober gibi dünyanın önde gelen bilim adamlarının teorilerinin Türkiye için yorumlanmasından ibaret.


Kaçkar Dağların’daki araştırmasını anlatırken, “ Merak ve öğrenme ateşi içinizi kavurmazsa, bu iş olmaz.” demişti Sırrı Hoca, “hele dönemin Türkiye’sinde”. Tren ancak Erzurum’a kadar gidiyordu. İspir’e 200 kilometrelik mesafeyi posta tatarıyla yürüyüp, dağlarda gecelemişler. Yer şekilleri ve iklim ilişkisi, daha ilk yıllardan itibaren mesleki ilgisinin odağını oluşturuyordu. Buzullaşma, bu konuda geçerli verileri sağlıyordu, ancak Türkiye’de buzul olduğu o döneme kadar bilinmiyordu. 1944 yılında tamamladığı doktora çalışmasında, Kaçkarlar’de buzul oluşumunu ilk defa detaylı olarak belgeledi. Doğu Karadeniz Dağları’nın Pleistosen’den bu yana tektonik yükselmeye uğradığını jeomorfolojik olarak kanıtladı. Erinç bu araştırmasını 1949 yılında zamanın en önemli jeoloji dergilerinden Geologische Rundschau’da yayımladı ve uluslar arası alanda ismi ilk olarak bu çalışmayla duyuldu.


Sırrı Erinç'in 1940'lı yıllarda çektiği fotoğraflar, onun keşiflerini belgelemenin ötesinde, olasılıkla o coğrafyanın ilk fotoğraflarıydı. Cilo Dağı'nın 4135 metrelik en yüksek doruğunu ve geri çekilen buzulu gösteren bu iki fotoğrafı 1948'de çekmiş.

Bu başarıyı, burada alt alta okumakta sıkılacağınız kadar çok çalışması takip etti. 1945 ve 1948 arasında Van Gölü ve Sapanca’da gerçekleştirdiği limnolojik ( gölbilimsel) araştırmalar, Türkiye’nin ilk göl batimetri (eşderinlik) haritalarını ve ilk termal göl çalışmalarını ortaya çıkardı. 1954 yılında Karadeniz çevresinin Dördüncü Zaman’daki jeolojik evrimini konu alan ünlü makalesini yayımladı. Amerikalı jeolog Richard Foster Flint, Dördüncü Zaman konusunda 1970’li yılların sonuna kadar en geçerli başvuru kaynağı olarak kabul edilen kitabında, Hoca’nın makalesinden yararlandı ve bu makaleyi mutlaka okunması gereken eserler listesinde verdi. Ege Rift Alanı’nın detaylı ilk tektonik sentezini 1955’te yaptı. 1961’de İhsan Ketin tarafından bulunan ve artık hayatımızın belirli bir parçası olan Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın yaşını belirledi. 1970’de eski Yunan coğrafyacı Strabon’dan beri bilinen Kula volkanik alanının haritasını çıkarıp, jeolojik ve morfolojik gelişme süreçlerini belgeledi. Anadolu’daki karstik alanların C.A.Alagöz’ün 1944 tarihli ilk yayınından sonra detaylı ilk sentezinin yaptı, Konya Ovası ve İç Toroslar’da traverten konileri gibi yeni karst şekillerini tanıttı. Pek çok depremden sonra, fayları haritaladı ve yorumladı.

Fotoğrafçılık Erinç için ayrı bir tutkuydu. 1960 yılında Konya Karapınar'ın, kumulların genişlemesi nedeniyle çölleştiğini, emektar Voigtlander'ıyla çektiği fotoğraflarla duyurdu.

Amerikalı ünlü tektonikçi John Dewey, Türkiye neotektoniği konusunda yapacağı çalışmalar için 1979 yılında Sırrı Erinç’ten yardım ister. Sırrı Hoca, Dewey’i Yalova kıyılarında kendi buluşu olan ve 1980’li yıllarda dünyada önemli çalışmalara ışık tutacak taraçalara götürür. Celal Şengör’ün aktardığına göre Dewey o ana kadar sadece coğrafyacı olduğunun bildiği Erinç’in bilgisine hayran olur ve o ana kadar gördüğü en iyi arazi jeologlarından biri olduğunu söyler. İklimbilimci Nüzhet Dalfes yıllar sonra İstanbul Teknik Üniversitesindeki bir sohbette, Dewey’in bu teşhisini duyduğunda verdiği karşılık şudur:” Valla jeoloji bilgisini değerlendirmeye benim gücüm yetmez ama dünya iklim sistemleri hakkında ne söylerseniz söyleyin anlayan ve üzerine bir şeyler ilave edebilen tanıdığım Türkiye’deki tek insan Sırrı Bey’dir.” Mehmet Karaca’da Dalfes’in sözlerini doğruluyor: “ Klimatolojinin tüm alt dallarına dalmış başka bir bilim adamımımz yok.” Türkiye’nin önde gelen iki iklimbilimcisinin bunu söylemesi oldukça çarpıcı. Sırrı Erinç, coğrafyanın bir alt disiplini olarak uğraştığı klimatolojiyi, Türkiye’de yerleştirmiş ve 40 yıl sonrasında bile aşılması zor bir çerçeve oluşturmuş. Bugün Sırrı Erinç’in kendi adıyla anılan bir indis’i var. 1965 yılında ortaya koyduğu bu indis, yağış etkinliğini belirleyen ve yalnız klimatolojide değil, jeomorfoloji de dahil olmak üzere birçok alanda uygulanabilen bu formül, o güne kadar kullanılan kuraklık indisi formüllerinin en pratiği.

Tüm bu araştırmalar, Türkiye’nin Sırrı Erinç sayesinde jeomorfoloji ve klimatoloji disiplinlerinde sesini duyurabildiği çalışmaların sadece bir bölümünü içeriyor. Sırrı Hoca, elde ettiği başarıdan sonra araştırmalarını yurtdışında yayımlatma ( ve bu sayede gelir de elde etme) şansına sahip olduğu halde, ses getirecek çalışmalarını ilk kez İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Dergisi ve bu derginin İngilizce baskısı Review’da yayımlıyordu. Hoca pek çok önemli keşfinin bu dergide dünyaya duyurdu. Çalıştığı üniversitenin prestiji kadar, bu yayınların değiş tokuş edilerek enstitünün ulaşma şansı bulamadığı yabancı yayınlara ulaşmasını da düşünüyordu. Erinç, kuruluşundan itibaren bu iki derginin de yayın kurulunda görev aldı ve bilimsel seviyenin uluslararası düzeyde olması için çabaladı.


Kaçkarlar'da buzullaşmanın etkilerini incelediği çalışması, Sırrı Erinç'in uluslararası alanda ismini duyuran ilk araştırmasıydı.

Uzun yıllar boyunca ve hiç ara vermeden yayın çıkaran Sırrı Erinç’in bir başka çarpıcı yönü de eserlerinin -doldurduğu boşluğa bakıldığında- oldukça kısa sürelerde kaleme alınmış olması. (Yazma konusundaki çabukluğunun yakın arkadaşı İhsan Ketin’i ble kıskandırdığı söylenir.) Yer bilimleriyle ilgili Türkçe ve güncel yayınlara duyulan ihtiyacı karşılama arzusuyla olsa gerek Sırrı Hoca, yeni ürettiği ya da derleyip belli bir metadolojiyle bir araya getirdiği bilgileri bir anca yayımlamaya özen gösteriyor. İlk kez 1958’de yayımlanan iki ciltlik Jeomorfoloji kitaplarının ikinci baskısının önsözünde, Erinç’in bu özelliğini kendi ağzından duymak mümkün: “ Kitap, her bakımdan baskıya hazır olarak Haziran 1967 sonunda teslim edilmiş olmasına rağmen işler her nedense ağır yürüdü” diyor Erinç. Kitabın basıldığı Ocak 1968’e kadar belli ki Hoca’nın gözüne uyku girmemiş.


Hoca, 1962 yılında Bostancı'daki okul gezisinde öğrencilerine bilgi veriyor.


Sadece Jeomorfoloji I ve II değil, Sırrı Erinç’in yazdığı birçok kitap, Türkiye’de konularında birer başyapıt olarak kabul ediliyor. Sırrı Hoca 1957’de başkanı olduğu Fiziki Coğrafya Kürsüsü’nde ya da başka üniversitelerde, genellikle ilk defa uygulamasını yaptığı ve bir ders haline gelmesini sağladığı konuların yine aynı çabuklukla kitabını yazıyor. Klimatoloji ve Metodları, Vejetasyon Coğrafyası, Ortam Ekolojisi ve Degredasyonu, Ekosistem Değişiklikleri, Doğu Anadolu Coğrafyası gibi kitapları defalarca basılıyor. Yücel Yılmaz, Hoca’nın vefatından birkaç gün öncesinde, 1953’te yayımlanan Doğu Anadolu Coğrafyası’nı okuyup, bölgedeki yeni çalışmalarında faydalanmak üzere notlar alıyormuş. Yücel Yılmaz, Türkiye’nin önemli jeologlarından. Ancak sismologdan, jeomorfoloğa, iklimbilimciden, botanikçiye ve hatta arkeologa uluslararası başarıya imza atmış pek çok bilim adamımız Sırrı Erinç’İn kitaplarını ellerinin altından eksik etmediklerini söylediler.


1967 yılında İhsan Ketin tarafından çekilen bu fotoğrafta Sırrı Erinç, Bedia Ketin ve Vahide Erinç, Hoca'nın 1956 model Volswagen'in önünde. Türkiye'nin iki duayen yerbilimcisi, dostluklarını ailelerine de taşımıştı.

Yer bilimleriyle ilgili olalım ya da olmayalım, onun mirasından hepimiz faydalandık. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde onun döneminde okuyan pek çok öğrenci, Sırrı Erinç’in derslerine girip dinlediklerini söylüyor. O zamanın arkeoloji öğrencisi, şimdinin prehistorya profesörü Mehmet Özdoğan: “ Derslerinde sadece bilime değil, kültürlere dair görüşünüzü etkileyecek bilgiyi verirdi” diyor. Bu görüşü, 1954 yılından sonra son yıllarında kadar yazmayı sürdürdüğü ortaöğretim ders kitaplarında da gözlemlenir. – son asistanı Ahmet Ertek’in söylediğine göre bu kitapları yazmak için pedagoji kitapları okurmuş-

Sırrı Hoca’nın kitaplarında yetişkin bir insanı hatta bir meslektaşını doyuracak bilgiyi bulabilirsiniz. Son görüşmemizde, kitabında İzlanda’da gece yarısı güneşini gösteren fotoğrafın altına “İzlanda’dan bir görünüş” yazıldığını gösterek, “ Oysa ben bu fotoğrafı o enlemde güneşin yazın batmadığını göstermek için koymuştum” demişti. Hoca’nın ilkokul coğrafya kitaplarına bile soktuğu depremle ilgili uyarıların hükümetlerce hala anlaşılmamış olmasının nedenini de burada aramak lazım.


Olasılıkla Batı Anadolu'da çekilen bu fotoğraf, Erinç'in İÜ Coğrafya Enstitüsü'nde asistan olduğu yıllara ait.

Ne yazık ki Sırrı Erinç’i son yıllarında tanıyabildim; Hoca’nın ciddi sağlık sorunları yaşadığı bir dönemde. Onun insanı yüreklendiren tebessümü eksik olmaz, gözünüzdeki, kendi gözünüzdeki Sırrı Erinç’i sarsmamak için sıkıntılarını belli etmezdi. Hoca’nın beni en etkileyen özelliği, cevabına bir yerde ulaşamadığım, dünyanın en ücra köşelerindeki coğrafi Türkçe karşılığını en ufak bir tereddüt yaşamdan vermesiydi. Gözündeki rahatsızlık nedeniyle artık okuyamıyordu ancak hafızası inanılmaz bir duruluğa sahipti. Vahide Hanım’dan öğrendiğime göre vefat ettiği gün akşamüstüne kadar da öyleymiş. Geçen eylül ayının sonundaki ziyaretimde uzun süre konuşmuş, beraber bahçeye çıkmıştık. Oldukça dinç gözüktüğü o gün, bilmeden son fotoğrafının çekmişim. Daha sonra bahçeye bile çıkamaz olmuş. Ahmet Ertek’in Hoca’nın vefatının ardından söylediği şey sanırım onu tanıyanların ortak duygusunu özetliyor: “ Bir gün onun da gidebileceğini düşünemezdik. Çünkü o Sırrı Erinç’ti.”


Celal Şengör'ün Sırrı Erinç'in vefatının üzerine yazısı:
http://www.tuba.gov.tr/anasayfa/tr/makale-317-TUBA-Asli-Uyesi-ProfDr-AM-Celal-------------ENGORun-yazisi

Sırrı Erinç'in yayın listesi için:
http://enginsalli.blogcu.com/sirri-erinc/4218560

No comments:

Post a Comment