Thursday, June 2, 2016

Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması - A.M.C. Şengör

Buraya zaman buldukça bilim veya bilim tarihi hakkındaki kitaplar üzerine ufak tefek şeyler de yazmaya karar verdim.

İlk olarak en son olarak okuduğum "Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması " kitabından bahsedeceğim.

Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması kitabı, kitapta belirtildiği isimle kısaltılarak "Hasan Ali"'nin yeni filizlenen cumhuriyetin oluşumu ve temellerinin atılmasındaki önemli katkılarını açıklıyor. Kitabın yazarı Celal Şengör; Hasan Ali'nin dünyayı algılayışı ve çağdaşı yazar, felsefeci ve düşünürlerle olan paralelliklerini de sıklıkla vurgu yapıyor. Özellikle Hasan Ali'nin Carl Popper ile olan benzerlikleri, yazar tarafından sıklıkla belirtiliyor.

Bunun yanı sıra Hasan Ali'nin sorunlu konulara, eğitime ve sosyal yaşamdaki olgulara gerçek bir bilim insanı ve doğa bilimcisi gibi yaklaştığı, Hasan Ali'nin konuşma ve metinlerinden alıntılar yapılarak Celal Şengör'ün algısına göre farklı yapısal açıklamalara pekiştiriliyor. Ayrıca kitabın dipnotlarında ve alt metinlerinde sayısız kaynak ve sözlü görüşmelerle elde edilen bilgiler kitabın cumhuriyetin ilk yıllarındaki tarihin kavranması açısından da oldukça değerli olduğunu düşünüyorum.

Bu vesiliyle, Köy Enstitülerinin mimarı bu güzide şahısı değişik özellikleriyle tanımak isterseniz bu kitabı okumanızı öneririm.


Sunday, March 27, 2016

Kuzey Anadolu Fayı'nın Keşfi

Kuzey Anadolu fayı hakkında google'lama yaparken, Bilim Teknik Dergisi'nin 1996 Ocak sayısında sevgili Celal Şengör'ün güzel bir yazısını buldum, direkt linki burada : (http://www.biltek.tubitak.gov.tr/sandik/deprem/kaf.html#1)  bunun yanı sıra yazıyı buraya da ekliyorum.

Hesapta Olmayan Önsöz! 
Bu yazı, 15 Aralık 1995 Cuma günü bitirildi ve TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi yetkililerine ulaştırıldı. Kuzey Anadolu Deprem Hattının büyük, doğrultulu atımlı bir fay olduğunu ve Anadolu'nun büyük bir kısmının, bu fay boyunca, Karadeniz sahil dağlarına nazaran batıya kaydığını keşfeden, Cumhuriyet tarihimizin yetiştirdiği kuşkusuz en büyük doğa bilimcilerimizden İhsan Ketin, 16 Aralık 1995 Cumartesi günü, sabaha karşı saat 02:00'de İstanbul'daki evinde vefat etti. Bu da, yazı içerisinde yer alan "KAF'ın İhsan Ketin tarafından keşfedildiği konusunda bilimsel literatürde herhangi bir belirsizlik olmadığı halde, bu keşfin ayrıntılı geçmişinin, doyurucu bir belgeleme ışığında henüz yazılmadığı da bir gerçektir. Bu kısa yazının amacı, böyle bir tarihe temel olabilecek KAN ve KAF kavramları arasındaki farkı ve bunların dayandığı belgeleri Türk kamuoyuna duyurmak ve ülkemizde yalnız can ve mal kaybına neden olmakla kalmayıp, Türk yerbilimleri camiasının dış dünya ile de sürekli temasta kalmasının en önemli nedenlerinden biri olan KAF'ın keşfinin tarihçesinin yazılmasına, hele onu keşfeden İhsan Ketin, depremselliğinin en önemli özelliğini ilk farkedenlerden Necdet Egeran, fayın tarihlemesini yapanlardan Sırrı Erinç ve M. Şakir Abüsselâmoğlu, ilk ciddi atım tahmini yapan İhsan Ketin'in doktora öğrencisi İhsan Seymen, KAF ile çeşitli nedenlerle ilgilenerek yurdumuza gelip çalışmalar yapmış Nazario Pavoni, Clarence Allen, Dan McKenzie gibi, aralarında yaşı sekseni aşmış olanlar da bulunan yerbilimciler henüz hayatta iken önayak olmaktır" çağrısının adeta acı bir kehanete dönüşmesine neden oldu. Bu yüzden, yazı hiç değiştirilmeksizin, ilk bitirildiği halinde bırakılmıştır... İhsan Ketin artık yok! Türkiye'nin bilim dünyası, bu yokluğa alışmakta kuşkusuz çok zorlanacaktır. Tek tesellimiz, onun geride bıraktığı eserlerine ve öğretilerine sahip çıkabilme, onlardan yararlanabilme şansıdır. Bu eser ve öğretiler geliştikçe, İhsan Ketin bizlerle yaşamaya devam edecektir. Onun bizlere benimsetmeye çalıştığı çok önemli bir öğreti var: Bilimi, bilim eğitimini ve bilimsel eğitimi ciddiye almak.Goethe'nin dediği gibi "bilimin tarihi, bilimin kendisi" olduğuna göre, şimdi yapılacak işlerden biri, artık yalnızca Kuzey Anadolu Fayı'nın keşfinin değil; ülkemizde tarihi çok eskilere uzanmadığı halde, İhsan Ketin gibi uluslararası bir bilim önderi çıkarabilmiş olan Türkiye yerbilimlerinin tarihini yazmak, bu görkemli başarı ile birlikte başarısızlıklarımızı da büyüteç altında incelemektir. Bu çalışma birçok şekilde yapılabilir. Geçmişin derslerini gelecek nesillere öğretmek, geleceğin şekillenmesine katkıda bulunmak, İhsan Ketin'in arkada bıraktığı bizlerin hiç kuşkusuz önemli bir ödevidir. Meslek yaşamı, âdeta, Türkiye'de yerbilimlerinin gelişim tarihi ile özdeşleşmiş olan Ketin'den geriye, yetiştirebildiği kadarıyla anıları da kalmıştır. Umudumuz, TÜBİTAK tarafından olası en kısa zamanda baskıya hazırlanıp yayımlanacak bu anıların, ülkemizde yerbilimleri tarihinin yazılmasında ilk adımı oluşturması; başta herkesin, elinde bulunan her türlü belgeyi saklamasıdır. Bunlar, TÜBİTAK ve Türkiye Bilimler Akademisi'nin, en kısa zamanda ortaklaşa kuracakları bir "Yerbilimleri Tarihçesi Komisyonu"na gerek oldukça devredilebilir, kopyaları verilebilir ve böylelikle bir "Türkiye Yerbilimleri Tarihçesi Arşivi" oluşturulabilir...
 
Kuzey Anadolu Fayı'nın 1948 yılında İhsan Ketin tarafından keşfi, Atatürk'ün bilim ve eğitim seferberliğinin en somut ürünlerinden biridir. Bu keşfin bilim tarihi içerisindeki yerini anlayabilmek için, sık sık onunla karıştırılan Kuzey Anadolu Neo-Tetis Kenet Kuşağı'nın keşfinin tarihçesinin bilinmesi, başka bir deyişle, Kuzey Anadolu'da uzun mesafelerde birbiriyle çakışan iki yapının birbirinden ayrılması gerekir.
 
 
Kuzey Anadolu Fayı (KAF), doğuda Bingöl ilimizin sınırları içindeki Karlıova çöküntüsünün kuzeyinden başlayıp, batıda Bolu şehir merkezi civarında çatallanır ve önce iki, Geyve’nin batısında da üç ana kol boyunca Ege Denizi’nin kuzeyine kadar uzanır. Yaklaşık 1 500 km. uzunluğundaki genç (oluşum tarihi: geç Miyosen-Pliyosen, yani yaklaşık 11-5 milyon yıl önce) KAF, oluşturduğu dar ve uzun yer şekilleriyle topoğrafyada belirgin ve sık aralıklarla pek çok insanın hayatına mâl olan depremlerinden de gördüğümüz gibi, hâlâ faal, sağ yanal doğrultu atımlı bir faydır. Bu fay, Erzincan-Mürefte (Tekirdağ) arasında Istranca, Bolu, Ilgaz, İsfendiyar ve Doğu Karadeniz sıradağlarının temsil ettiği: İkinci Zaman (Mesozoik sonları: yaklaşık 100-65 milyon yıl öncesi) sonlarında bugünkü Japon Adaları’na benzeyen bir ada yayı olduğu sanılan Rodop-Pontid yapısal birliğinin güncel güney sınırını uzun bir hat boyunca izler. Bolu’nun batısında- güney kol bu sınırdan ayrılır ve Sakarya Zonu adı verilen bir diğer birlik içerisinde devam ederek Ege Denizi’ne ulaşır. Dolayısıyla KAF, büyük mesafelerde bugün Kuzey Anadolu Neo-Tetis Kenet Kuşağı denilen ve yine Mürefte’den Erzincan’a, oradan da Zagros Dağları’na kadar gelen bir kıta-kıta çarpışma hattıyla büyük mesafeler boyunca koşutluk çakışır. Bu eski çarpışma hattı (teknik terimle kenet kuşağı veya sütur zonu), özellikle İkinci Zaman süresince batıda Pireneler ve Alpler’den, doğuda Himalayalar’a kadar uzanan büyük bir okyanusun (teknik adıyla Neo-Tetis [yani Yeni Tetis] Okyanusu’nun) kalıntılarını ve kapandığı yeri temsil eder.
 
KAF’ın Keşfinin Tarihçesi İncelenirken Karşılaşılan Temel Sorun
KAF’ın keşfinin tarihini doğru olarak saptayabilmek için, sık sık onunla karıştırılan kenet kuşağının keşfinin tarihçesinin bilinmesi gereklidir. Öncelikle, Kuzey Anadolu’da uzun mesafelerde birbiriyle çakışan iki yapı ayırt edilmelidir. KAF’ın, İhsan Ketin’in 1948 yılında yayımlanan klasik makalesinden önce de bilindiği tezinin savunulduğuna ve KAF ile bir diğer yapının birbirleriyle karıştırıldığına nadiren de olsa, tanık olunuyor. Söz konusu diğer yapı, Yani Kuzey Anadolu Nedbesi (KAN; veya Beresi: KAB), 1928 yılında Nowack tarafından keşfedilmiş, 1937 yılında da ilk kez Salomon-Calvi tarafından, Wegener’in kıtaların kayması teorisi çerçevesinde bir kıta-kıta çarpışma kuşağı olarak baştan yorumlanmıştır ve aslında Kuzey Anadolu’daki Neo-Tetis Kenet Kuşağı’nı temsil eder.
KAF’ın İhsan Ketin tarafından keşfedildiği konusunda bilimsel literatürde herhangi bir belirsizlik olmadığı halde, bu keşfin ayrıntılı geçmeşinin, doyurucu bir belgeleme ışğında henüz yazılmadığı da bir gerçektir. Bu kısa yazının amacı, böyle bir tarihe temel olabilecek KAN ve KAF kavramları arasındaki farkı ve bunların dayandığı belgeleri Türk kamuoyuna duyurmak ve ülkemizde yalnız can ve mal kaybına neden olmakla kalmayıp, Türk yerbilimleri camiasının dış dünya ile de sürekli temasta kalmasının en önemli nedenlerinden biri olan KAF’ın keşfinin tarihçesinin yazılmasına, hele olu keşfeden İhsan Ketin, depremselliğinin en önemli özelliğini ilk farkedenlerden Necdet Egeran, fayın tarihlemesini yapanlardan Sırrı Erinç ve M. Şakir Abüsselâmoğlu, ilk ciddi atım tahminini yapan İhsan Ketin’in doktora öğrencisi İhsan Seymen, KAF ile çeşitli nedenlerle ilgilenerek yurdumuza gelip çalışmalar yapmış Nazario Pavoni, Clarence Allen, Dan McKenzie gibi, aralarında yaşı sekseni aşmış olanlar da bulunan jeologlar henüz hayatta iken önayak olmaktır.
 
 
Kuzey Anadolu Neo-Tetis Kenet Kuşağı’nın Keşfinin Tarihçesi
Kober’in Dağoluş Teorisi ve Nedbe Kavramı: Kuzey Anadolu’da bir kenet kuşağının varlığını bilebilmek, herşeyden önce, kıtaların dünya yüzeyinde yatay devinim yaptıklarını kabul etmeyi gerektirir. Bu teori, ciddi olarak ilk kez 1910 yılında, ABD’li glasiyolog (buzulbilimci) Frank Bursley Taylor; 1912 yılında da Alman meteorolog ve jeofizikçi Alfred Lothar Wegener tarafından ortaya atılmıştır. Bundan önce, Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkeyi doğudan batıya kateden büyük dağ silsileleri gibi dağ kuşaklarının, jeosenklinal (=yer teknesi) denilen ince uzun, tekne şekilli denizel havzalardan türediği sanılırdı. Bu varsayımsal ince uzun havzaların, iki kıta arasında, yerkürenin ısı kaybı sonucu kuruyan bir elma gibi büzülerek sıkıştığı ve içlerindeki tortul kayaçların buruşup kıvrılarak, havzayı iki yandan daraltan kıtaların kenarları üzerine yığıldığına inanılırdı (Şekil 1). 

  
Şekil 1.A. Kober’in tasavvuruna göre henüz kıvrımlanmamış, yani dağ oluşumu (=orojenez) geçirmemiş bir jeosenklinali (=yer teknesi) gösteren enine kesit. B. Aynı jeosenklinal yanal daralma sonucu kıvrımlandıktan sonra oluşan dağ kuşağından enine kesit. Nedbe, kıvrımlanmışdağ kuşağının birbirinden uzağa devrilmiş iki kanadını ayırmaktadır. C. Ara masifli bir dağ kuşağından enine kesit. Bu tiplerde nedbenin adeta genişleyerek bir ara masif (=Zwichengebirge) oluşturduğu düşünülür. Ara masifle kanat arasındaki çizgiye de nedbe denir. Kuzey Anadolu Nedbesi’nin bu ikinci tip nedbelerden olduğu düşünülürdü.


 
Jeosenklinali sınırlayan iki kıtaya doğru itilmiş bu kayaç paketlerini, Avusturyalı ünlü jeolog Leopold Kober’in lik kez 1914 yılında ortaya attığı gibi, ya bir ara masifin (Eduard Suess’ten alınan Almanca bir ifade ile Zwischengebirge) ya da bir nedbenin (Almanca: Narbe veya “doruk hattı”; Scheitelungslinie) ayırdığı zannedilirdi. Bu nedbe, Fransızca literatürde ‘cicatrice’ olarak bilinir. Narbe (=yara izi) ve cicatrice (=yara veya dikiş izi) sözcükleri, dikkat edilirse, birbirinden bir zamanlar ayrı bulunan iki yapının birleştiği çizgi anlamındadırlar. Daha açık bir ifadeyle, nedbe, jeosenklinalin ısıl büzülmenin doğurduğu sıkışma sonucu daralmasıyla meydana gelen dağ kuşaklarının iki kanadını birleştiren çizgiyi betimler.
Ernst Nowack ve Paflagonya Nedbesi: Bu nedbenin Türkiye’de görüldüğü konusunda yine Kober tarafından, 1914 yılında yapılmış olan ilk yayın tamamen kuramsaldır (Şekil 2).
 
  
 
Şekil 2. Leopold Kober’in 20. yüzyılın ilk yarısındaki tektonik görüşlere egemen olmuş “çift kanatlı” Alp dağ sistemi tasavvuru. Zwichengebirge ara masifleri (mor), pembe renkli alan kuzeye devrik Alpid (=Alp Dağları’na ilişkin) kanadını, mavi renkli alan da güneye devrik Dinarid (=Dinar Dağları’na ilişkin) kanadını göstermektedir. Kanatların kenarlarındaki küçük oklar dağ kuşağı içindeki kayaçların dağ kuşağını sınırlayan kıtalara göre hareket yönlerini işaret etmektedir. Benim eklediğim N harfi, Kober’in 1914 yılında ara masifi de sınırlayan nedbenin Kuzey Türkiye’de nereden geçtiğini düşündüğünü göstermektedir. Yine benim eklediğim KAF- Kober’in şemasına göre bu yapının bağımsız konumunu vurgulamaktadır. Kober, daha sonra, 1921 tarihli ders kitabının 26. şeklinde bu sınırı daha güneye, Marmara Denizi’nin güney sahillerine çekmiştir. 
 
 
 Bu yayından çok daha yaygın olarak bilinen, Kober’in, 1921 yılında yayımlanmış ve 1928’de ikinci baskısını yapmış olan ünlü Der Bau der Erde (Arzın Yapısı) adlı tektonik ders kitabındaki Şekil 26, bütün yerbilimleri çevrelerini etkilemiştir. Bu etkinin izleri, Türkiye konulu bölgesel literatürdeki ilk yankısını, 1926-1927 yıllarında T.C. Ticaret Vekâleti’nde demir-çelik sanayii yerbilim uzmanı olan Avusturyalı jeolog Ernst Nowack’ın  (Şekil 3) Ankara’dan hareketle Türkiye’nin kuzeybatı bölgelerinde yapmış olduğu jeolojik ve coğrafi araştırma gezilerinin raporlarında bulmuştur. 
 
 
 
 Şekil 3. Kuzey Anadolu Nedbesi’ni ilk keşfeden Avusturyalı jeolog Ernst Nowack (1891-1946)
 
 
Bunların, hiç şüphesiz en önemlisi ve literatürde en çok ilgi görmüş olanı, 1928’de, Alman Jeoloji Cemiyeti (Deutsche Geologische Gesellschaft) dergisinde ve 1932’de Centralblatt’da yayımlanmış raporlardır. Nowack, kabaca, Ereğli-Sinop Beypazarı-Ankara dörtgeni içinde kalan alanlardaki yapısal jeoloji ve stratigrafik gözlemlerine dayanarak, Çerkeş-Devrez Çayı boyunca uzanan bir ezilme hattı keşfetmiş (Şekil 4); bunu Wilser ve Eduard Suess’ün daha önceki yayınlarında tanımlanmış olan Pontik (Türkiye sınırları içindeki Karadeniz) silsileleri ile Dinarik (Türkiye sınırları içindeki Toroslar ve Orta Anadolu) silsileleri arasındaki ayrım hattı olarak tanımlamıştır (Şekil 5) .
 
 
 
 
 Şekil 4. Ernst Nowack’ın ilk Paflagonya Nedbesi haritası (1928’de yayımlanmış olan “Die wictigsten Ergebnisse meiner anatolicshen Reisen” [Anadolu gezilerinin en önemli sonuçları] adlı makalesinin 1. şeklinden). Orijinal şeklinde Almanca metinlerin Türkçeleştirilmesi dışında hiçbir değişiklik yapılmamıştır.
 
 
 
 
 
 Şekil 5. Ernst Nowack’ın geliştirdiği Paflagonya Nedbesi fikrine temel oluşturan Eduard Suess’ün daha önceki Alpid ve Dinarid kavramlarından Rudolf Staub ve Wilser gib ijeologların geliştirdikleri Pontik (siyah) ve Dinarik (düşey çizgili) silsileler kavramları. Bunlar, aynı zamanda kabaca, Kober’in Alpid ve Dinaridleri’ne karşılık gelmektedir (Şekil 2). Nowack, Paflagonya Nedbesi’nin bu iki silsilenin sınırına karşılık geldiğini düşünmüş. Salomon-Calvi de Wegener, Argand ve Staub’u izleyerek, bu nedbenin Lavrasya adı verilen kuzey kıtalar topluluuğ ile Gondwana kıtası adı verilen güney kıtası boyunca çarpıştığı sinafiye tekabül ettiğini farzetmiştir. (Staub’un 40. notta verilen eserinin 5. levhasından kısmen alıntıdır).
 
Bu hat üzerinde sıcak su kaynaklarının bulunduğuna da dikkat çeken Nowack, bu çizginin, tüm Kuzey Anadolu’da dağ silsilesini batıdan doğuya kesen devasa bir hat olduğunu belirtmiş ve vatandaşı Kober’in terimini kullanarak, bu çizgiye Paphlagonische Narbe (Paflagonya Nedbesi) adını vermiştir. Dinarik ve Pontik sistemlerini ayırdığı varsayılan bu nedbe, Nowack’a göre, Kober’in narbesinin görevini görmektedir.
Nowack, 1932 yılındaki yayınında, daha kuzeyde Ereğli-İnebolu hattı arasında benzer bir diğer hat bulunduğunu öne sürmüş, buna da Ereğli çizgisi (Ereğli-Linie) adını vermiştir (Şekil 6). Aynı yayında Nowack, Ereğli çizgisi ile Paflagonya Nedbesi arasında kalan alana, yine Kober’in terminolojisini kullanarak Zwischengebirge (=ara masifi) yorumunu getirmiştir.
 
 
 
 
 Şekil 6. Ernst Nowack’ın, 1932 yılında yayımladığı Paflagonya Nedbesi konulu ikinci sentezinin haritası.
 
Wilhelm Salomon-Calvi ve Tonale Hattı: 1930’lu yıllarda Almanya’da esen Nazi rüzgârları, Musevi kökenli, Heidelbergli büyük üstad Wilhelm Salomon-Calvi’yi, 1934 yılında Türkiye’ye taşımıştır (Şekil 7). Geçen yüzyıl sonunda, Alpler’deki Adamello masifinde doktorasını yapan Salomon-Calvi, burada Kuzey Alpler ile Güney Alpler’i ayıran önemli bir kırık hattı keşfetmiş, buna da, hattın en belirgin olduğu Tonale geçidine atfen (Tonale Hattı (=Tonalelinie) adını vermiştir. 1905 yılında Salomon Calvi, Tonale bölgesindeki çalışmalarından hareketle, Tonale Hattı’nın, Eduard Suess’ün Alpid ve Dinarid dağ kuşağı sistemlerini birbirinden ayıran büük bir bölgesel hat olduğunu öne sürmüş (Şekil 5), 1932 yılında, bu hattın Alpler’in batısına da taşarak Korsika Adası’na kadar uzandığını varsaymıştır.
 
  
 
Şekil 7. Nowack'ın Paflagonya Nedbesi'ni, bir Kuzey Anadolu kenet kuşağı (kendi terimiyle "sinafisi") olarak ilk yorumlayan büyük Alman-Türk jeolog Wilhelm Salomon-Calvi (1868-1941)
 
 
Salomon-Calvi, Türkiye’deki çalışmalarına önce Ankara çevresinde başlamış, daha sonra ilgisini kuzeye çevirmiştir. Türkiye’ye gelmeden hemen önce, Kober ve Stille’nin kuramsal çatısının artık geçersiz olduğunu farkeden Salomon-Calvi, Wegener’in kıtaların kayması teorisinin ateşli bir savunucusu olmuş; Korsika’dan Yugoslavya’ya kadar uzattığı Tonale Hattı’na da bu çerçevede bir kıta-kıta çarpılma hattı olarak baştan yorumlamıştır. Bu yeni yoruma göre Kober’in nedbesi, aslında, iki kıtanın birbirleriyle çarpıştıktan sonra kenetlendikleri bir kenet kuşağıdır. Salomon-Calvi, bu yepyeni kavrama bir de yeni terim türetmiş ve synephie (sinafi= eski Yunanca’daki sunafeia: birlik, ritm birliği, uyum) adını vermiştir.
 
 
Salomon-Calvi 1937 yılında, Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü Çalışmaları serisinde 53 numara olarak yayımladığı Geologische Beobachtungen in der Türkei (Türkiye’de Jeolojik Gözlemler) dizisi makalelerinin, “Tonale Hattı’nın Türkiye’deki Devamı” adını verdiği dokuzuncusunu bu konuya ayırarak, Ernst Nowack’ın tanımladığı, Türkiye’nin kuzeyindeki Paflagonya Nedbesi’nin aslında bir sinafi olduğun vurgulamış, bu hattın doğuda İran içlerine, hatta Güneydoğu Asya’ya kadar izlenebileceğini öne sürmüştür. Onun bu önemli yorumunu, o zamanlar pek az jeolog anlayabilmiş, hele ülkemizde bu önemli yayın ne yazık ki hiçbir yankı yapmamıştır.
 
Daha sonra MTA Enstitüsü’nde de çalışan Salomon-Calvi’ye, ünlü Rus jeolog Ivan Muşketov’un kendisi gibi ünlü bir jeolog olan oğlu Dimitri Muşketov başvurarak, Türkiye’nin yapısı hakkında derli toplu bir eserin bulunmadığını vurgulamış ve Salomon-Calvi’den bu konuda bir eser yazmasını rica etmiştir. Salomon-Calvi, bu konuda o zamana kadar yapılmış çalışmaların yetersiz olduğunu bildiği halde, bir özet yazmaya karar vermiş ve o yıllarda ülkemiz hakkında kaleme alınmış en önemli tektonik sentezi oluşturan ünlü makalesini MTA dergisinde yayımlamıştır. Burada Paflagonya Nedbesi’ni ilgilendiren kısım, üstâdın, makalesinin 57. ve 61. sayfaları arasında verdiği yorum kısmıdır (Die Deutung der paphlagonischen Narbe: Paflagonya Nedbesi’nin Yorumu). Burada Salomon-Calvi, Wegener teorisine göre Paflagonya Nedbesi’nin veya kendi terimi ile Tonale Hattı’nın (Şekil 8)  kuzey kıtaları ile Gondwana kıtaları arasındaki çarpışma kuşağı olduğu yorumunu ayrıntılarıyla tekrarlamış ve bu nedbenin, makalesinde sözü geçen depremlerden de görülebileceği gibi, hâlâ faal olduğu tezini, aynen selefi Nowack gibi tekrar ederek vurgulamıştır.
 
 
 
 Şekil 8. Salomon-Calvi’ye göre Anadolu’nun yer yapısı ve bu yapı içerisinde kendisinin Tonale Hattı adını verdiği Kuzey Anadolu Nedbesi’nin yeri.
 
İhsan Ketin’den Önce Türk jeologların Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı Hakkındaki Yayınları: Türkiye’de yerbilimin tanıtılıp örgütlenmesinde kuşkusuz en çok hizmeti geçen kişilerden İstanbul Üniversitesi Jeoloji Ord. Profesörü Hamit Nafiz Pamir’in (Şekil 9) İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Mecmuası’nda, 1944 yılında yaptığı yayın, bir Türk tarafından Kuzey Anadolu deprem hattı üzerine yapılan ilk sentez denemesidir.
 
 
 
 
 Şekil 9. Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı’nı “Kuzey Anadolu Beresi” adı altında, Nowack’ın Paflagonya Nedbesi fikri çerçevesinde yorumlamakta ısrar eden jeolog Ord. Prof. Hamit Nafiz Pamir (1893-1976).
 
 
 Ne var ki, bu deneme, Nowack ve Salomon-Calvi’nin (yanlış olduğu İhsan Ketin’in 1948’deki makalesiyle ortaya çıkan) tezlerinin, yeni deprem olaylarıyla sözde desteklenen bir tekrarı olmaktan ileri gidememiştir. Ketin tarafından daha sonra geliştirilen, Kuzey Anadolu’daki depremlerin, bahsi geçen nedbeden tamamen bağımsız yepyeni bir yapının sonucu oldukları görüşü, bu depremler üzerindeki atımların ayrıntılarıyla haritalanarak kinematik-mekanik yorumları yapılmadığından, bu tarihlere kadar hiçbir jeolog tarafından anlaşılamamış, çoğu bu nedbeyi bir sıkışma kuşağı olarak yorumlamıştır. Pamir’in 1944’de tam onaltı yıl sonra, 1960’da Dinamik Jeoloji ders kitabının ikinci baskısının ikinci cildinde, Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı’nı aynen 1944’de yaptığı gibi bir “bere” (=cicatrice) olarak yorumlaması, İhsan Ketin’in 1948’deki fikirlerinin, yani sağ yanal doğrultu atımlı KAF savınını, kendisine hâlâ ne derece yabancı olduğunu göstermesi bakımından aydınlatıcıdır: “Orta Anadolu sıradağlarıyla Karadeniz sıradağları arasında, Samanyı yarımadasından ve doğurda hemen hemen Erzurum’a kadar takip olunabilen bir dağlık bölge devam etmektedir. Bolu, Ilgaz masifleri, Yeşilırmak ve Kelkit boyunda uzanan dağlar buraya aittirler. Takriben doğu-batı doğrultusunda olan bu dağların çekirdekleri Paleozoik formasyonlardan müteşekkil olup İkinci ve Üçüncü Zaman tabakalarıyla örtülüdürler. Bölge Alp orojenezi ile bir dip antiklinali vücude getirmiş, fakat temellerinin çoktan pekleşmiş olması dolayısı ile kenarları, uzunluğuna faylarla kırılmıştır (Şekil 10).
 
 
 
 Şekil 10. Emile Argand’ın dip antiklinal kavramı. Pamir, Kuzey Türkiye dağ kuşaklarının ve onları güneyden sınırlayan Kuzey Anadolu beresinin bugünkü faaliyetlerini, Argandvari bir dip antiklinalinin sıkışmaya devam etmesine bağlıyordu.
 
 
 Bu suretle batıdan doğuya doğru Düzce, Bolu, Gerede, Niksar, Çerkeş, Ilgaz, Tosya, Kargı, Suluova, Erbaa, Kelkit, Suşehri, Erzincan, Erzurum ve Aras çukurları teşekkül etmiştir. Bütün bu tektonik çöküntü havzalarında eskiden beri şiddetli depremler olduğu gibi 1939’dan beri de âfet şeklinde sarsıntılar vuku bulmuştur. Bu son depremlerde, söylenen bölgelerde, yerde büyük dislokasyon yarıkları hâsıl olmuştur. Hemen hepsi aynı doğrultuda olan bu yarıkların birinin bittiği yerde diğeri başlamıştır. Bu suretle doğuda Sansa boğazından itibaren batıda Abant Gölü’ne kadar takriben 850 km. uzunluğunda bir dislokasyon çizgisi husûle gelmiştir. 1939’dan beri vuku bulan depremler, Kuzey Anadolu’nun önemli bir beresi olan bu büyük fayı bunun yakınınıdaki daha küçük dislokasyonları meydana çıkarmıştır.” Pamir’in o zaman ülkemizde yaygın kullanılan ders kitabında yanal atımlı faylardan çok yüzeysel olarak bahsedip, buna ülkemizden örnek vermemesi ve bu çerçevede KAF’tan hiç bahsetmemesi, 1960’lı yılların başında, Türkiye yerbilimleri çevrelerinin Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı’nın karakteri konusundaki fikirlerinin çok yalın bir göstergesidir. Nuriye Pınar-Erdem ile E. İlhan tarafından 1977 yılında yayımlanmış olan ve 4. notta bahsi geçen makale de bu duruma çarpıcı ve bir o kadar da düşündürücü bir örnek teşkil eder. Buna karşılık, Ketin’in 1957 yılında ilk baskısını yapan Umumî Jeoloji ders kitabında aynı konuda yazılanlara bakalım: “Arzkabuğunun hâlen faal durumlu, hareketli bölgelerindeki fayların ekserisi ise doğrultu atımlı faylardır. Bunlar uzun mesafeler boyunca devam ederler ve Arz kabuğunu uzun bloklara ayırırlar. Çanakkale’den Erzincan doğusuna kadar uzanan ‘Kuzey Anadolu Deprem Çizgisi’, büyük ölçüde böyle bir fay olduğu gibi, Kaliforniya’daki Sand Andreas fayı da aynı karakterdedir.”
 
 
KAF’ın Keşfinin Tarihçesi
 
Kuzey Anadolu’da bir deprem kuşağının varlığı, en azından geçen yüzyılın ortasında sismolojinin (=deprembilim) kurucularından Robert Mallet’in büyük eseri The First Principles of Observational Seismology (Gözlemsel Deprembilimin İlk İlkeleri) adlı kitabının ikinci cildinde bulunan “Akdeniz’in Sismik Şeritleri” adlı haritanın yayımlanmasından beri, yaygın olarak biliniyordu (Şekil 11). 


Şekil 11. Robert Mallet'in 1862 yılında yayımladığı Akdeniz'in sismik şeritleri haritasının Türkiye'yi de gösteren kesimi. Kuzey anadolu'da işaret edilmiş olan silik sismik bölge, KAF'ın faaliyetini gösterir.

Ancak 27-28 Aralık 1939 Erzincan felâketi ve onu izleyen on yıl boyunca Kuzey Anadolu’yu kasıp kavuran, onbinlerce insanın hayatına mâl olan deprem âfetlerine kadar bu deprem hattı, adı geçen birkaç jeolog dışında kimsenin dikkatini çekmemişti. Bu tarihten sonraki âfetler, yalnız Türkiye’de çalışan Türk jeologların değil, buradaki yabancıların da dikkatini çekmiş; Salomon-Calvi ve başta Hamit Nafiz Pamir olmak üzere küçük bir jeolog grubu, bu depremleri haritalayarak yayınlar yapmışlardır. Bu uğraşıda en çok emeği geçenler arasında Coğrafya Ord. Profesörü İbrahim Hakkı Akyol’u, MTA jeologlarından Necdet Egeran’ı (Şekil 12A), o tarihlerde asistan veya doçent olan İstanbul Üniversitesi jeologları İhsan Ketin, Enver Altınlı ve Nuriye Pınar’ı; İstanbul Üniversitesi Yerbilimleri Ord. Profesörü Edouard Paréjas’ı, MTA uzmanı İsviçreli usta jeolog Maurice M. Blumenthal’i ve daha sonra Emin İlhan adıyla Türk vatandaşlığına geçen Avusturyalı jeolog Erwin Lahn’ı (Şekil 12b) saymak, kadirşinaslık gereğidir.


 Şekil 12. Kuzey Anadolu Deprem Hattı boyunca deprem merkez üslerinin, 1939 Erzincan depreminden sonra aşamalı olarak batıya kaydığını ilk farkedenjeologlar A: Necdet Egeran (1907-) ve B: Emin İlhan ([1907-1990] 24.12.1956'dan önceki adı Erwin Lahn).
 
Bu yayınların istisnasız tamamı, yabancı tektonik uzmanlarının eski yorumlarına bağlı kalarak, bu deprem hattını, artık son demlerini yaşamakta olan Alpin dağ oluşumunun son ölüm çığlıkları, Paflagonya Nedbesi’nin son depreşmeleri olarak yorumlamışlardır. Hamit Nafiz Pamir’in 1944 yılındaki yayınının basit bir tekrarı olan ve 1948 yılında Londra’da toplanan Uluslararası Jeologlar Kongresi’ne sunduğu ve orada yayımlanan tebliğ de, daha o zaman bile, geçersiz oldukları artık bazılarınca anlaşılmaya başlamış olan görüşleri tekrarlayan yazılar arasındadır. 1960 yılında yayımladığı ders kitabının ikinci baskısında yer alan ve yukarıda aktarılmış olan ifadeler, Pamir’in 1944’deki düşüncelerinin değişmediğini; Pınar-Erdem ve İlhan tarafından 1977’de yayımlanan makale de, bu bayat görüşlerin, ülkemiz jeologları arasında ne denli uzun ömürlü olduğunu ortaya koymaktadır. Burada, Türkçe eserlerde ve uluslararası literatürde sık tekrarlanan bir yanlışı düzeltmek gerekir: 1939 Erzincan depreminden sonra deprem merkezlerinin (episantr), Kuzey Anadolu deprem bölgesi boyunca, aşama aşama doğudan batıya kaydığı ilk defa Ketin (1948) tarafından değil; Egeran ve Lahn (Şekil 12A ve B) tarafından 1944 yılında vurgulanmıştır: “Bu sahada vuku bulan son sarımlar devresinde, episantrın doğudan batıya doğru tedricen yer değiştirdiği müşahade olunmuştur.” Ketin’in 1948 makalesinde, yaygın olarak yazılanların tersine, bu konuya değinilmemiştir.
 
İhsan Ketin’in (Şekil 13) yayımladığı 1948 tarihli makale ise yepyeni bir yorumun, bir devrimin ilk habercisidir. Ketin, Kuzey Anadolu ‘daki Paflagonya Nedbesi ile depremlerin ilişkisini bütünüyle reddederek, depremlerin o zaman dünyada pek az bilinen yepyeni bir fay türünün, doğrultu atımlı ve genç bir fayın hareketinden kaynaklandığını saptamasını yapmış; bu fayın eski dağ oluşum yapısının (orojenik yapının) bırakın bir parçasını oluşturmayı, tersine, bu yapıyı parçaladığını, orojenik hızda hareket eden epirojenik bir yapı olduğunu ve eski nedbeyi her yerde izlemediğini göstermiştir (Şekil 14).
 
 
 
Şekil 13. Kuzey Anadolu Fayı'nı keşfeden İhsan Ketin (1914-1995)
 
 
 
 
Şekil 14. İhsan Ketin'in 1948 yılında Geologische Rundschau dergisinde yayımladığı ve doğrultu atımlı Kuzey Anadolu Fayı'nı ilk defa gözteren haritası (haritayı daha da büyütmek için üzerine tıklayın). Aynı harita, bir yıl sonra Türkiye Jeoloji Kurumu Bülteni'nde, Almanca bilmeyen Türk jeologların yararlanması amacıyla Ketin'in tarihi makalesinin bir Türkçe tercümesiyle birlikte tekrar yayımlanmıştır. Fayın değişik taramalarla gösterilen tüm orojenik (=dağ oluşum) bölgelerini keyfi bir şekilde kestiği dikkat çekiyor. İşaretler (Zeichen): 1. Palezoik kristalin çekirdekler (Ar Bl: kenar silsilelerini ve kenar volkanlarını da içeren Arap Bloku; AN Bl:Kızılırmak-KM, Menderes-MM, Sakarya ve Konya masiflerini de içeren Anadolu Bloku; AM Ege masifi; PM Pontik altı masifi; RhD: Rodop masifi; Istr: Istranca masifi; IM: İstanbul Masifi); 2. Güney anadolu silsileleri; (Ta: Tauridler, Ir: İranidler); 3. Kuzey Anadolu silsileleri (An: Anatolidler, Po: Pontidler); 4. Eski dislokasyonlar; 5. Yeni deprem hatları ve yer değiştire yönleri; 6. Deprem merkez üsleri veya şiddetle harap olmuş yerler. Diğer kısaltmalar buraya konulmasına gerek görülmemiş olan şehir veya kasaba adlarıdır. Bu tarihi harita, yalnız Türkiye'nin değil, tüm Doğu Akdeniz'in güncel tektoniğinde devrim yapan görüşlerin ilk habercisi olmuştur.
 
 
Ketin, 1948 makalesinde tanımladığı doğrultu atımlı fayın eski yapılarla bir ilişkisi olmadığını, üzerine basarak vurgulamıştır. Burada verilen yorumun, Salomon-Calvi’nin sinafisi ve onu, Nowack’ı ve Blumenthal’i izleyen Hamit Nafiz Pamir’in cicatrice’i ile coğrafi yakınlık (KAF, yer yer nedbeyi izlediği için de coğrafi eşlik) dışında hiçbir ilişkisi yoktur. Bu nedenle, söz konusu yapının gerçek karakteri (bir nedbe veya bere kuşağı değil de doğrultu atımlı bir fay olduğu), İhsan Ketin tarafından keşfedilmiştir. Ancak, bunu anlayabilmek için, kullanılan terimlerin tarihçesini ve arkalarındaki kavram topluluğunu ayrıntılarıyla bilmek gerekir. Hele hele KAF’ın İskoçya’da 1946 yılında, William Q. Kennedy tarafından ilk kez yayımlanan Great Glen fayından sonra ilk farkedilen büyük yanal atımlı fayların ikincisi, büyük faal yanal atımlı fayların da birincisi olduğunu (büyük dâhi Wegener’in 1915 yılında yayımladığı, ancak 1953 yılında kadar birkaç kişi dışında kimsenin inanmadığı Kaliforniya San Andreas Fayı yorumu hariç) ve bunu bir Türk jeologun o zaman hem tüm dünyadaki jeologların çoğunun, hem de kendi çalıştığı üniversitelerdeki hocaların savundukları genel kanıyla çelişen bir şekilde, zamanının en az yirmi yıl ilerisinde bir görüşle yayımladığını bilmek, İhsan Ketin’in yorumuna bambaşka bir çehre kazandırır. Bir çizgi boyunca depremler olduğunu söylemek ile, bu çizginin yanal veya Ketin’in ifadesiyle doğrultu atımlı bir fayın ifadesi olduğunu söylemek arasında büyük fark olduğu açıktır. Ketin, 1948 yılında yayımladığı makalesinde, KAF boyunca bir Anadolu blokunun batıya kaçmakta olduğunu da ilk kez söylemiştir. Aynı yayında Ketin, Anadolu’nun güneyinde bu batıya kaçışı mümkün kılacak, KAF’ın simetriği, fakat sol-yanal bir fay olması gerektiğini de söyleyerek, 24 yıl sonra keşfedilecek olan ve kâşifleri arasında kendi öğrencilerinin de bulunduğu (Prof. Dr. İhsan Seymen ve şimdi Stanford Üniversitesi’nde görevli Dr. Atilla Aydın) Doğu Anadolu Fayı’nın da, bir anlamda kâhinliğini yapmıştır. Ketin’in çizdiği tablo, Doğu Akdeniz faal tektoniği ve depremselliği hakkındaki çağdaş görüşlerin hâlâ temelini oluşturan kuramsal çatıdır ve Ketin’den önce söylenenlerle hiç bir ilgisi yoktur.
 
KAF’ın Keşfinin Uluslararası Yankıları
 
1960’lı yıllarda levha tektoniği teorisi, Wegener’in görüşlerini tekrar aktüel hale getirince, Nobel ödülüne eşdeğer görülen Japon ödülü sahibi, İngiliz tektonikçi Dan McKenzie, Akdeniz’in güncel tektoniği hakkında kapsamlı ilk yayını hazırlamıştır. Levhal tektoniği teorisinin mimarlarından olan McKenzie’nin yayınının kaynakları arasında, KAF hakkında yalnızca İhsan Ketin’in makalesi verilmiş; Paflagonya Nedbesi hakkındaki yayınlar, bu arada Hamit Nafiz Pamir’in makalesi de, konuyla ilgisiz olmaları ve depremlere neden olan doğrultu atımlı bir faydan bahsetmemeleri nedeniyle kullanılamamıştır.
 
İhsan Ketin’in devrim yapan önemli 1948 makalesi, Türkiye dışında ciddi uluslararası bilim çevrelerinde de hakettiği ilgiyi görmüştür. 1984 yılında, benzerlerinin en eskisi ve en prestijlisi olan Geologica Society of London, ağırlıklı olarak bu nedenle, kendisini şeref üyeliğine seçmiş; 1988 yılında da, yerbilim alanında Avrupa’nın en önemli üç madalyasından biri olan Steinmann Madalyası, büyük ölçüde KAF’ı keşfi nedeniyle, Geologische Vereinigung tarafından kendisine verilmiştir. Aynı yıl Ketin, Geological Society of America’ya da şeref üyesi seçilmiştir.
 
KAF’ın Keşfinin Türkiye İçin Önemi
 
Kuzey Anadolu Nedbesi’nin, günümüzün geçerli tektonik kuramı olan levha tektoniği teorisi kapsamındaki yorumu, paleotektonik bir yapı olan Kuzey Anadolu Neo-Tetis Kenedi’dir (yaşı 55-45 milyondur; faaliyetini tatil edeli en az 24 milyon yıl olmuştur). Başka bir deyişle, bu yapı, artık faal olmayan eski, ölmüş bir yapıyı ifade etmektedir. Faal iken (yani en fazla 24 milyon yıl önce) hiç kuşkusuz bugünkü Himalaya veya Alpler’de olduğu gibi, uzun zaman aralıklarıyla görülen sıkışma depremleri ile belirlenen bu yapı, artık hiçbir deprem üretmemektedir. KAF’ın levha tektoniği içindeki yorumu ise bir transform fay olduğudur (oluşum yaşı 11-5 milyon; hâlâ faal). Bu yapı hâlâ hareket etmekte, sık aralıklarla, doğrultu atımdepremleri oluşturmaktadır. Genellikle sağ ve orta derinlikteki (nadiren derin odaklı) geniş oval alanlarda kendilerini hissettiren sıkışma depremlerine kıyasla, yanal atım depremleri değişik bir karektere sahiptir. Çünkü hemen her zaman sığı, dar ve uzun alanlar boyunca etkinliklerini hissettirirler. KAF’ın geçmişte Kuzey Anadolu Nedbesi ile karıştırılmasının üzücü bir sonucu, Kuzey Anadolu depremlerinin nedenlerinin ve tabiatlarının uzun yıllar anlaşılamaması olmuştur. İlk kez İhsan Ketin’in çalışmaları, KAF üzerinde ne tür depremlerin beklenmesi gerektiğini belgelemiş, bu konuda hem sismologlara hem de depremle ilgili çalışmalar yapan coğrafyacıdan inşaat mühendisine kadar değişik bir yelpaze içinde yer alan araştırmacılara yol göstermiş; bununla da kalmayarak dünyada tektonik deformasyonların büyük faylarla belirlenen faal yer değiştirme hatları ile çevrilmiş olduğunu ve burulma yamulmalarına dirençli katı blokların birbirlerine göre yaptıkları hareketler açısından betimlenebileceklerini göstermiştir. Ketin ile birlikte o zamanlar dünyada Alman Franz Lotze ve Kanadalı W. Tuzo Wilson gibi bir avuç jeolog tarafından savunulan bu önemli görüş, 1960’lı yıllarda yerbilimlerinde devrim yaratan levha tektoniği teorisinin de temilini oluşturur.
Ancak, KAF’ın İhsan Ketin tarafından keşfinin, Türkiye açısındançok daha büyük bir önemi vardır. O da, Atatürk’ün, saptadığı “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak” hedefi çerçevesinde okuyup muasır medeniyeti Türkiye’ye getirmeleri için Avrupa’ya tahsile gönderdiği gençlerden birinin, en az Avrupa ve ABD’de bilimin en ön saflarında ilerleyen meslektaşları kadar bilime, dolayısıyla insan uygarlığına katkı yapabileceğini halkına ve dünyaya kanıtlaması olmuştur. Bu, kuşkusuz, Türk jeologların daima övünecekleri muhteşem bir başarıdır.
 
 
Kuzey Anadolu Fayı hakkındaki geniş bilgisiyle bana bu yazının hazırlanmasında yardım eden dostum ve çalışma arkadaşım Aykut Barka’ya, yazıyı okuyup eleştiren Naci Görür ve Aral Okay’a teşekkür ederim...
 
A. M. Celal Şengör
Prof. Dr. İTÜ Maden Fakültesi, Jeoloji Bölümü
 

Friday, February 17, 2012

Türkiye Jeolojisinin 'Babası' : İhsan Ketin (ikinci kısım)



Yer Bilimleri ile ilgilenen insanların hemen hemen hepsinin eline İhsan Ketin’in yazdığı bir Genel Jeoloji kitabı geçmiştir diye düşünüyorum. Sevgili Celal Şengör’ün bıkmadan usanmadan zikrettiği bu ismin onuruna hazırlanmış olan “Tectonic Evolution of the Tethyan Region” kitabının takdiminde Ketin'in hayatının kısa bir özeti yazılmış. Ben de bu özetin net ortamında da olmasını ister oldum ve kitabın başındaki takdimi buraya aktardım. Tetis okyanusunun evrimi ile ilgili Nato tarafından finansmanı sağlanan bir projeden çıkan kitabın içerdiği bilgiler şu an için geçerli olan modellere kaynak niteliğini koruyor. Kitabın editörlüğünü İhsan Ketin’in ekibinden A.M.C. Şengör ile Yücel Yılmaz, Aral Okay, Naci Görür (aka:baba) gerçekleştirmiş. Takdimin içinde bazı kısımların anlaşılmamasına karşın linkler de ekledim, vaktiniz varsa sevgili İhsan Ketin'i tanımak adına okuyabilirsiniz. :::


The organizers and participants of the NATO Advanced Study Institute “Tectonic Evolution of the Tethyan Region” wish to dedicate this Institute and its published proceedings to Dr.rer.nat. İhsan Ketin, emeritus professor of geology in the Istanbul Technical University in grateful recognition of his important contributors to our understanding of the geological structure and evolution of the central part of the Alpine-Himalayan mountain ranges. In doing so we also wish to underline that the influence of Ketin’s work has long overflowed the boundaries of the Alpine-Himalayan system an made a conspicuous impact on theoretical tectonics in general. His discovery in 1948 of the North Anatolian strike-slip fault and with it the west-drift of a rigid Anatolian block with respect to its surroundings not only was an important step in the recognition of the widespread occurrence of large strike-slip faults in the world, but it also constitutes one of the earliest papers in which the tectonics of a large area was interpreted in terms of relative horizontal motion of a few internally rigid blocks along narrow zones of displacement. His discovery in 1956 of the late Cretaceous-early Cainozoic age of the central Anatolian crystalline axis disposed of Kober’s theory of symmetric orogens with ancient median masses along the axis of symmetry in one of its type localities. Instead , Ketin showed in 1959 that Asia minor as a whole was an asymmetric south vergent orogen whose construction lasted through several episodes of mountain-building from the late Palaezoic to the present. This view formed the main basis for the most plate tectonic interpretations of Turkey in the last two decades.

İhsan Ketin was born on 10th of April in the ancient central Anatolian town of Kayseri(Caesarea), located at the foot of the mighty volcano of Erciyes (Mt. Aergus) as a subject of Sultan Mehmet V. Şn that eventful year of 1914. The family, of which Ketin was the second child, was of modest means. His father, Ali Efendi, was compelled to spend much of time during which Ketin grew up as a child, fighting for his country: first through World War I and then 1922, in Mustafa Kemal’s War of Liberation. During this time Ketin came under two powerful influences that eventually determined the course of his life: The first was that of his maternal grandmother Hatice Hanım, a strong-willed Anatolian woman who instilled in Ketin the desire to do something worthwhile. The second source of influence was mute, but possibly more powerful: the towering Mt.Erciyes awakened in Ketin a love of nature, especially of her mineral kingdom that eventually became the child’s life-long occupation.

Before Ketin completed the first decade of his life the Ottoman Empire had become history and the new Republic of Turkey had been declared with Mustafa Kemal as its first president. This extraordinary man was determined to transform the old Ottoman society into a new Turkish nation and was aware that education was his most effective weapon. He sent hordes of young men to various western European countries to receive a university education with the instruction to come back “to raise Turkey to the higher level of contemporary civilisation”

When Ketin boarded the train to go to Berlin in 1932 his heart was filled with the inspiration that radiated from Mustafa Kemal to learn the science of the west and to bring it back to his homeland, where Ketin hoped, it could take root and flourish. But the Berlin Ketin arrived at was the troubled capital of the Weimar Republic, the artificial child of the Versailles Treaty, which was about to expire in the bloody hands of the architect of the infamous Third Reich, Adolf Hitler. The raging inflation, cancerous unemployment, rampant terrorism and the resulting misery induced the quiet natured Anatolian youth after his first semester in the university to move away from Berlin, where he had been exposed to the ideas of Hans Stille at his lectures.

From the Prussian capital Ketin moved to the sphere of influence of another giant of tectonics in Bonn. Hans Closs, the holder of the chair in geology in Bonn and at the same time the influential editor-in-chief of the Geologische Rundschau became not only Ketin’s teacher and eventual doctoral adviser, but also his close, almost fatherly friend. Between 1935-1938 Ketin remained under Closs tutelage that imparted on him a zeal for careful field observation, especially geologic mapping, and a larger reservoir of knowledge along with a humanism that contrasted sharply with the prevailing racism of the Nazi Germany, but that found a warm echo in Ketin’s upbringing that had taken place in the heartland of the Ottoman Empire, in which numerous ethnic groups had peacefully coexisted for centuries. Ketin ended his studies with a doctoral dissertation on the tectonics and volcanism of the region around Bad Bertrich, which was published in 1940.

Following the completion of his formal studies in Germany, Ketin returned to Turkey in the Autumn of 1938 and was appointed assistant professor at the Institute of Geology of the University of İstanbul, where during World War I, the noted German geomorphologist and structural geologist Walther Penck had been the head of the Institute. When Ketin arrived in İstanbul, he found himself the third Turkish citizen with a PhD in geology! The first, a certain Anastase Georgiades from Istanbul had obtained his doctorate from Zurich in 1918, but evidently had not returned to Turkey. The second, Dr. Ahmet Can Okay was an immigrant from the Soviet Central Asia and had come to Turkey after he had completed his studies in Germany. Thus Ketin was the first native of Turkey to work in his country with a Ph D in geology.

When Ketin joined the Faculty of the Institute of Geology in Istanbul, Professor Hamit Nafiz Pamir, the one-time assistant and interpreter to Walther Pecnk was the head of the Institute. A graduate of the University of Geneva, Pamir had had to interrupt his doctoral studies owing to World War I. Since then, he had been compelled to spend more time organizing the earth sciences in the newly founded Republic of Turkey than doing research. Therefore, when Ketin returned to his country he found that no research tradition existed in geology. One had to be created and it is perhaps Ketin’s greatest achievement that during the course of his professional life his work became in Turkey the cornerstone of a research tradition in geology.

Ketin’s initial activity in Turkey was split between research and teaching. His first research projects naturally reflected the strong influence of Cloos and Ketin plunged energitically into mapping granites and brittle structures.
A year after Ketin’s arrival in İstanbul, a long-dormant zone of earthquakes in northern Turkey, the structure that Ketin was to make popular throughout the world under the designation of the North Anatolian Faul resumed its activity with the disastrous Erzincan quake of 29th December, 1939 that took the lives of more than 30000 inhabitans. Between 1940 and 1948 Ketin devoted a number of mainly descriptive papers to te earthquakes that progressed westwards from Erzincan.

Finally, in 1948 Ketin published his classic paper “Über die tektonisch-mechanischen Folgerungen aus den grossen anatolischen Erdbeben des letzten Dezennium” ( On the tectonic-mechanic implications of the great Anatolian earthquakes of the last decade). In this paper he documented that the earthquakes in northern Turkey had all occurred along an east-west fault zone that had the character of a right-lateral strike-slip fault. Ketin noticed that with one exception, all of the recent earthquakes had taken place along this fault zone, while vast areas of the Anatolian highland remained aseismic. Ketin deduced from this that an “Anatolian Block”, composed of the aseismic areas was “drifting westwards” with respect to the areas to the north.

Ketin also noted that one earthquake had occured near Kozan near the northeastern corner of the Eastern Mediterranean. This, he speculated, may be the expression of another fault that perhaps delimits the “Anatolian Block” against the Arabian platform. This prediction was vindicated only 23 years later when the Bingöl earthquake of 22nd May, 1971 took place on what was to be called the East Anatolian Fault, the left-lateral conjugate pair of the North Anatolian Fault.
Ketin’s 1948 paper was the second, after W.Q.Kennedy’s 1946 paper on the Great Glen Fault, of a series of papers that led to the recognation of the widespread presence and importance of large, in many places orogen-parallel, strike-slip faults, a recognation for which plate tectonics was to supply the rationale nearly a quarter of a century later.

In the meantime Ketin also spent all his summers mapping in diverse parts of his previously only sparsely mapped country. Although he initially had to map on a scale of 1:100000, his maps were immaculate: I remember going to the field in Bursa with Ketin in 1984, with his 1946 manuscript map in our hands. We were in an ophiolitic melange terrain and nearly 40 years ago Ketin had carefully mapped the larger blocks! The result of one of these summerly mapping exercises served as his “Habilitation Thesis” and Ketin was promoted to associate professorship in 1945, three years later he had married a young teacher of geography Miss Bedia Alpün.
In 1953 Ketin moved to the then newly founded Faculty of Mines of the old Istanbul Technical University. Here Ketin continued his studies both on the neo- and palaeotectonics of Turkey. In the interval 1953-1956 he was particularly concerned with testing hypothesis of Sir Edward Bailey and J.W.McCallien, then of the University of Ankara. Bailey and McCallien had discovered an extensive outcrop of an ophitolitic melange to the immediate southeast of Ankara and assumed that it underlay the Kırşehir Massif, interpreted as a giant klippe of northerly origin. Ketin’s mapping showed that this was not the case and the Massif in reality underlay the ophiolites. He further showed that the Massif itself had formed only in the late Cretaceous, contrary to the prevailing view of a much older (Palaeozoic or even Precambrian) age. Ketin thus demonstrated that the northern marginal ranges of Turkey, called Pontides after the Pontus Euxinus (Black Sea), were older than the Kırşehir Massif, whereas the southern marginal chains, the Taurides (after the Taurus of the classical geographers), in which sedimentary successions reach from the Cambrian to the Eocene (in places even Miocene) without a major angular unconformity, were clearly younger. This implied that Turkey had grown from north to south during much of the Phanerozoic, a recognition that clashed with the then-fashionable two-sided orogen model of Kober and Stille, according to which the Pontides represented the north-vergent north flank, while the Taurides were the south-vergent south flank of a symmetric Anatolian orogen with the crystalline massifs of Menderes and Kırşehir forming the axial Zwischengebirge. When Ketin presented some of his conclusions in 1955 at the “Geotectonics Symposium” held in honour of Stille in Hannover, the old and dogmatic German master told Ketin that he found this story to hard to believe. Although Ketin had submitted a manuscript intended for the proceedings of the symposium, his paper was somehow left out of the final Festschrift. He later published different versions in Turkey and in Austria and those papers formed the basis of our modern views of the palaeotectonic evolution of Turkey.



In 1959 Ketin published his first palaeotectonic synthesis of Turkey. This paper represents a clear break from the Kober-Stille model and a kind of return to Suess’s original view of 1909, that portreyed Turkey as a south-vergent outer arc of his Asiatic structure (Asiatischer Bau). Here Ketin showed that orogenic deformation during the Phanerozoic generally migrated from north to south in Turkey. On the basis of the age of the final orogeny and the palaeogeographic development, Ketin distinguished four major tectono-stratigrapihc zones three of which extended west to east along the entire lenght of the country. Only the fourth, the southernmost unit, was confined to the southeastern extremity of the country, being located on the Arabian Platform. Ketin’s zones were the following, from north so south:

1- Pontides ( Palaeozoic and Mesozoic orogenic deformation)
2- Anatolides (Mesozoic and Cainoic orogenic deformation)
3- Taurides (early Cainozoic orogenic deformation)
4- Border Folds (late Cainozoic orogenic deformation)

In 1961 and 1966 Ketin further refined this classification, which for many years, until the advent of the theory of plate tectonics, served as the basis for all paleotectonic studies in Turkey. When Şengör (1979) and Şengör and Yılmaz (1981) synthesized the tectonic evolution of Turkey from the viewpoint of plate tectonics, all they had to do was to give different names to the same units that Ketin had distinguished more than two decades earlier. Thus, the Pontides became the Pontide island arc (to be split into a Rhodope-Pontide arc and a Sakarya arc in 1981), the Anatolides and the Taurides were united into and Anatolide/Tauride platform (from which Şengör et al., 1982, separated a Kırşehir block as an independent unit), and the Border Folds remained the same (in 1979 Ozan Sungurlu suggested to rename them as the Assyrides to maintain paralellism with the other units’ names).

Since the publication of these landmark papers Ketin maintained his activity both in palaeo- and in neotectonics. His fieldwork largely was the basis for the concept of the East Anatolian Accretionary Complex (perhaps most fundamental modification introduced into his 1966 classification), for the discovery of the Palaeo-Tethyan suture in Turkey, and for the classification of the neotectonic units of Turkey.

In addition to his research activity in Turkey, Ketin also stands out as an earth-science teacher and an organizer of the earth sciences in the country. As a teacher he not only insturacted myriads of students, but also is the author of the most widely used text-books of physical geology, structural geology and geology of Turkey in this country. His lecture notes on such diverse topics as the recent developments in the earth sciences and the tectonics of Africa are monuments to conciseness and clarity. Ketin is an enthusiastic field geologist and his enthusiasm contagious. To this day he delights in introducing students into their first mapping area, in acquainting them “with the language of the rocks” as he is fond of saying, in demonstrating for them how to record their observations in minute detail and showing them how to sketch outcrops and panaromas! Ketin was the one who established the İ.T.Ü. tradition that every post-graduate geology student has to prepare at least one detailed geological map as a part of his or her thesis work. In addition to his formal teaching duties, Ketin has been also the foremost popularizer of the earth sciences in Turkey. Amidst his multifarious duties he has found time always to write popular articles for the general education of the public.

Ketin’s organizational skills are best displayed by his ability to form and direct research groups. Today his group is the most active and internationally best-known in this country. As a department head, Ketin has always made sure that even the youngest member of his team became an independent researcher. He has repeatedly stressed throughout his career that he expected his students and associates to improve what had been done earlier. More than once he exclaimed: “ Don’t come to me to tell me that i was right. Come to me if you found that i had been wrong!”

Ketin was once the president of the Geological Society of Turkey and twice the Dean of Faculty of Mines of the İ.T.Ü. For many years he was a panel member of the Turkish National Research Council for Research and Technology. He also represented Turkey on many international scientific committees and was the Turkish contributor of the International Tectonic Map of Europe.



Ketin’s activity as a scientist, university teacher and scientific organize found the highest recognition both in Turkey and abroad. In 1981 he became the first recipient of the Hamit Nafiz Pamir medal of Geological Society of Turkey. In the same year the TUBİTAK gave his the Science Award for the totality of his works, the highest recognition for a scientist in Turkey. Ketin was elected as Honorary Fellow of the Geological Society of London in 1984 and of the Geological Society of America in 1988. Also in 1988 he reciived the prestigeous Gustav-Steinmann-Medaille of the Geologische Vereinigung in the federal Republic of Germany for his “far-sighted geotectonic work, contributions to the geology of Turkey and to international co-operation in the earth sciences”.

I here speak in the name of the organizers, the contributors, and the participants of the İhsan Ketin Advanced Study Institute on the Tectonic Evolution of the Tethyan Region in wishing Proffessor Ketin a long, healthy, and productive life. ""

A.M.C.Şengör

Tuesday, October 4, 2011

Recently from Geoblogosphere

Paleontology & Historical Geology

Georneys's blog "geology word of the week" talks about Nummulites

History of geology blog talks about Cryptozoology
http://historyofgeology.fieldofscience.com/2011/09/cryptozoology-and-geologists-nightmare.html

Climate

Mountain Beltway's Callan Bentley share his thoughts about climate change and reactions of american politicians about the subject.

http://blogs.agu.org/mountainbeltway/2011/09/08/a-dismaying-course-part-i-climate-change/

http://blogs.agu.org/mountainbeltway/2011/09/10/a-dismaying-course-part-ii-evolution/


General Geology

Nice pleochlorism photos and descriptions from Georneys again.

http://blogs.agu.org/georneys/2011/09/15/geology-word-of-the-week-p-is-for-pleochroism/

Magmatism / Volcanism

Cooling front sketches from Mountain Beltway are very useful to understand the formation of columnar jointing in magmatic environment.

http://blogs.agu.org/mountainbeltway/2011/08/31/columns-form-perpendicular-to-cooling-fronts/

And some very catchy field photos:
http://blogs.agu.org/mountainbeltway/2011/09/28/roadside-wonders-of-route-287/

Thursday, September 22, 2011

Türkiye Jeolojisinin 'Babası' : İhsan Ketin





Hakkında başka dökümanlar da buradan fırlayacak, bilginize.

Wednesday, August 31, 2011

Recent news from Geoblogosphere

General Geology

Andrew Alden talks about paper that clearly rejects the expanding earth -bullshit- theory.

Clastic Detrius has a great post about Flute Marks.

After the post of Clastic Detrius, Callan Bentley shows his photos of Flute Marks

Ole Nielsen talks about Pseudocraters near Myvatn, Iceland

Callan Bentley opens a discussion about a glacio/fluvial ? outcrop from USA, which is very educated for a youngster like me

Georneys's latest post about migmatites.

Paleontology

Wooster Geologists Wooster’s Fossil of the Week post talks over Trilobites from Utah region.

History of Geology reveals the 3rd american president Thomas Jefforson's geological/paleontological trips during 18-19th century.

Ediacaran blog, discusses the recent Wacey et al. paper in Nature claiming to have found oldest fossil evidence on Earth.